Bu bölümde yapacağımız gezintide Si­livri’nin bu yüzyıl başlarındaki ve geçen yüzyıl sonlarındaki du­rumundan söz edeceğiz, kimi yerde daha da gerilere gideceğiz.

Gezintimize ilçenin batısındaki Uzunköprü’den başlayalım. Mimar Sinan’ın ya­pıtlarından biri olan ve Kanuni Sultan Sü­leyman zamanında (1562) yapılmış 33 gözlü bir köprüdür. Köprünün 33 gözünün bulunması dinsel bir anlam içerir; Allah’ın adı anılan tespihe ben­zetilmiştir.

Uzunköprü’den Silivri’ye doğru ilerleyecek olursak, sağı ve solu boş arazilerle çevrili bir yoldan Kısa Köprü’ye kadar gelebilirdik. Bugünkü Erseven Sitesi’nin Silivri yö­nündeki başlangıcında Onnik Efendi’nin un değirmeni bulunuyordu. Onnik Efendi, zen­gin bir Silivrili Ermeni’ydi. Değirmen, kö­mürden elde edilen su buharıyla ça­lışıyordu ve yüksek bir binaydı. (Onnik Efendi’nin Amerika’da okuyan iki oğlu, dö­nerken, getirdikleri fotoğraf makinesiyle 1895 yılında Silivri’nin o ünlü panoramik fotoğrafını çekmişlerdi.) Değirmen sonra Rum zenginlerinden Stamoulis tarafından satın alınmış, Mübadeleden sonra ve­terinerlik, boğa deposu ve belediyenin gaz­hane binası olarak kullanılmıştır. 1995’te yıktırılan binanın yeri çnce boş kaldı. Sonra burası çay bahçesi oldu. Bu binanın sağında, deniz tarafında, bugünkü Beyaz Saray Gazinosu’nun bulunduğu yerde Ga­ripler Mezarlığı vardı.

Yolumuzda ilerleyince Bokluca Deresi üze­rindeki Kısa Köprü’ye geliriz. Dere, yıllar yılı pis koktuğu için bu adı almıştır. Dere yatağı değiştirildiği için suyun akış yönü değişmiştir. Buna da dere yatağının Silivri yakasının kapanın elinde kalıp, yapılarla doldurulmuş olması neden olmuştur. As­lında bu dere, geçmişte orta Gazino denilen günümüzde Çay bahçelerini ortalarından denize dökülüyordu.

Eski bir gravürde Kısa Köprü tek gözlü ola­rak gösterilmiştir. Bu özellik, ya ressamın düş gücünün bir ürünü ya da bugünkü köprü daha sonra yapılmış olmalı.

Yürüyüşümüze devam ederek sağa, iskele Caddesi’ne (Atatürk Caddesi) giriyoruz. Bu caddenin iki ya­nında “mağaza” denilen, taştan yapılmış, tek katlı ve beşik çatılı binalar vardı. Bugün, caddeye saptıktan sonra biraz ilerleyince Sarıbekirler’in tahıl ambarı ve mağazaları vardı. Yine yolun sağ yanında, Si­livri’nin Müslüman olmayan son iş adamlarından Yahudi Avram Susar ve Mişon Büyükbahar’ın yoğurthaneleri vardı. Nahman Susar’ın oğulları Yesua, Moreno, Daniel, Yasef, Albert, Nesim her birinin Silivri’de 3 tane ayrı yoğurt haneleri vardı. Nesim Susar’ın yoğurtlarının markası Nur Yoğurtları idi. Rahman Susar’ın ise AS yoğurtları idi. Albert Susar yoğurt işine 1945’te başladı ve 1955 e kadar Silivri’de yaşarlardı. 1955’te ben doğduktan sonra İstanbul’a taşındılar. Ve 1970 kadar Silivri de yoğurt peynir yapmaya devam etti.

1970 yılında yoğurthaneyi Çorlu ya taşıdılar ve 1985 yılında emekli oldu.

Az ileride çay bahçeleri görülür. Bu­rası 1940’lı yıllardan önce çamur ve bataklıktan oluşan bir sahildi. Vakkas Bey adlı bir kay­makam Silivri’ye geldikten sonra, E-5 karayolunun Bokluca Deresi’ni kestiği yerden baş­layarak iskeleye kadar olan bölüme bir duvar yaptırarak burasını Silivri’ye kazandırmış oldu. Bu, adının hayırla anılması değerbilirlik gereği olan saygın kaymakam, görev süresince makamında pek otur­mamış; kahvelerde oturan birini gör­düğünde elindeki bastonu sallayıp, o kişiyi dışarı çıkartıp ve doğruca derenin te­mizlenmesi ve rıhtım inşaatına götürürmüş. Bugün E-5 karayolunun altında kalan köp­rüye Vakkas Köprüsü adı verilmiştir. Kay­makama hemşerilerimiz “Sallabaş” adını takmışlardır.

İskeleye geldiğimizde burası geçmişte ahşap bir is­kele olduğunu biliyoruz. Beton iskele 1940’larda yapılıyor. Bugünkü iskele Mey­danı’ndan (Atatürk Meydanı) dalgakıran yönüne iler­lediğimizde Stamoulis’in görkemli un de­ğirmeni (fabrikası) karşımıza çıkıyor. Hani halk arasında yaygın bir söylentiye göre, sonradan A. Kemal Silivrili’nin olacak surlar üzerine kurulu malikhanesinden, işine ko­layca gitmek için bir teleferik yaptırmak is­teyen Stamoulis’tir bu! Stamoulis’in fab­rikasının doğu tarafından 2. Dünya Savaşı sırasında Trakya’yı korumak için gelen as­kerlerin barakaları vardı. Biraz daha iler­leyince bir ambara rastlarız. Bunun do­ğusunda, eski mezbaha binasının bulunduğu yerden başlayan ve batıya doğru yaklaşık 60 m uzanan bir mendirek vardı. Yukarıda sözü edilen eski Silivri gravüründe bu mendirek görülebilmektedir. Zamanla dalgaların iyice yıprattığı bu mendireğin kalan bölümleri dalgakıran yapımı sırasında yıktırılmıştır. Bazı taşları, mezbaha binası çevresinde deniz içinde hala görülebiliyor. 1900’lü yıllarda bu mendirek çevresinde gayrimüslim kadınların denize girdiği bir kadınlar hamamı bulunduğu bilinmektedir.

İskelenin karşısında devam eden yolun sonundaki üstü ahşap 2 katlı evet Özel idarede çalışan Hamit’in evi ( T.Halk Bankasının olduğu bina) ağaç yoğunluğu içindeki 2 katlı ev berber Yaşar Gezicilerin evi, önde inşaat halindeki bina İsmail Gülmezin (Saraylı İsmail) evi ,sağındaki köşe bina Acemin Hasan Kırımgirayın bakkal dükkanı ve evi, yolun devamında 2 balkonlu beyaz bina eski Ana çocuk sağlığı binası, inşaat halindeki binanın arkasındaki ahşap bina Sırrı Dinçerlerin evi ve dahası, bu fotoğraf 60 lı yılların sonu 70 lerin başı  Hamamın karşısındaki “Elektrikçi Zeki’ nin bahçeli 3 katlı evi. Bu fotoğraf çekildiğinde  “Hasfırın Sokak” taki, P. M. Paşa Cami girişindeki (deniz tarafındaki) tarihi çeşmenin tam karşısında bulunan iki katlı ahşap ev. Bir tarafda Refik Hoca (Gürsu) ve İsmail Kalender Ailesi, diğer tarafta Fahrettin Aldemir ve Muzaffer Hamarat’ ların evleri vardı. Tarihi çeşmeyle bitişik olan küçük bahçeli evde Marangoz Sadık Usta (Altınkeser) Ailesi otururdu.

İskeleyle ilgili bir ayrıntıya dikkat edin lütfen : İskele “dönemeç” dediğimiz yere kadar.. Henüz bugünkü uzunlukta değildi.

Yeniden iskele Caddesi’nin başına dönüp Aliçetinkaya Caddesi’ne (Başkomutan Caddesi) çıkalım. Biraz iler­leyince sağda göreceğimiz boşluk Şaban Ağa’nın bahçesidir. Belediye 1950’lerde burasını istimlak ederek bir pazar yeri olmuştur. Caddeye bakan yanına da boy­dan boya dükkanlar yaptırıldı.

1963 Eski Pazar içi üstü Eternit kaplı, dikdörtgen şeklinde beton tezgâhları olan ve sağ tarafta (Uzunlamasına tek çatısı olan) her pazarcı esnafın 12 m2’lik malzeme(mal) Depo olarak kullandığı kiralık Belediye dükkanlarıydı.

Pazar içinin caddeye bakan ön tarafında yine arkalı önlü iki sıra 12 şer m2.lik dükkanlar mevcuttu. Bu dükkanlar Esnaf tarafından depo olarak değil Normal İşyeri olarak belediyeden kiralarlar ve burada ticaret yaparlardı.

Bazı esnaflar arkalı önlü iki dükkân kiralarlar hem dükkânı büyütmüş olurlar hem arka hem de ön tarafa kapıları olurdu. Kimi iki ön iki arka dükkânı kiralarlar caddeye bakan tarafın vitrin kısmını büyütmüş olurlardı. Bazı esnafta, tek dükkân kiralardı.

Burada anlattığımız Eski Pazar içi 1960-1968 arası yıllardır. Çünkü bu dükkanlarda 1940’lar ve 1950’lerde çok başka Esnaf vardı. 1968’li yıllardan sonra yıkılana kadar bu caddeye bakan dükkanların kiracıları değişmiştir.

1970 li yıllarda Aliçetinkaya Caddesine (Başkomutan) bakan dükkanlar ve esnaflar Postahaneden Kisa İbrahim İbracik’ın Meyhaneye kadar sırayla;

Belediye tuvaletleri, İzzet-Bülent Özkan’ın meyhanesi, Karacaköylülerin ayakkabı dükkanı(Gislaved, Kayroka ayakkabıları), İbrahim ve Ortağı futbolcu İlhan ayrıca Günay Türkkan ve Şinasi Günaydın’ın spor toto bayi, Tenekeci Raif ‘in oğlu Adnan Özer’in toptan ve perakende gıda (Vita-Sana yağ satış yeri), Feyzullah Işıklar’ın züccaciye dükkanı, Sedat Erol ilkönce kahve sonra mobilya daha sonra market ve kuruyemiş olarak oğlu Hüseyin devam ettiği işyeri.

Tahsin Tezcan Nalburiye, Cemal Uzun’un tuhafiye, Rıza Ünsal piliçci dükkanı, Selminaz Duman tuhafiye ve yün, Ormancı Mehmed’in elektronik eşya,dükkanı bu dükkanın arkasında, Cabir Tarin’in terzi dükkanı.Eski Pazar Içi Kapi Girişi sağ tarafında, Hasan Düzağaç’ın Pilci(Berec pilleri), Onun yanında, Ekrem Burgucu’nun manavı ve bu iki dükkanın arkasında pazar içine ve caddeye herviki tarafada kapısı olan Erden Yönet’in Kahvehanesi, Caddeye  bakan tarafta kahveden sonra Terzi Kabil Duman ve onun yanında Marangoz Mehmet Aykurt’un işyeri vardı. Pazar ici dükkanları bitişinde İbrahim İbracık’ın mülkiyeti kendinin Meyhanesi vardı. Hamdi Lama vardı su tesisatçısı, Ayakkabı Tamircisi Rahmi usta Mobilyacı Rauf Kahraman, Malatyalı Halıcı Battal, Nihat Uykusuzun manav dükkânı, Elektrikçi Karslı Atilla, Yufkacı şaban ve yanında kasetçi vardı.

Eski pazar içinin cadde tarafından girişinde belediyenin Tulumba çeşmesi vardı. Girisin tam karşısı da solda Silivri’nin efsane Balıkçısı Canavar Muharrem, yanında Balıkçılar kooperatifi, Kooperatifin hemen arkasında sahile doğru sırayla Balıkçı Seyfi Göçmen (Sonradan burayı yeğeni Ali Şavlı’ya devretti), Çanta köylü Balıkçı Mustafa Kızıltan ve Mevsim Balıkçısı Adnan Sarıbaşak vardı.

Balıkçıların bunduğu sahile giden arada sağda Sadık Bulut’un marketi, onun altında ayakkabıcı Kalender Laçin karşısında kasap Mahmut Ertürkoğlu vardı.

Daha aşağıda solda Feruhser İşler’in çantacı dükkânı o arada da Tekirdağlı Şaban Doğu’nun manav dükkanı ve Konyalı manav vardı.

Solda kalan arka sokakta Erden’in kahveden başlayarak sırayla Boyacı, Nalbur Gaffur Hastoprak, Ayakkabı tamircisi Kolej Hüseyin (Hüseyin Doğar ), Sayacı İsmail Erkan, Mobilyacı İsmail Kurban, Manifaturacı Nazif Özgül, Konfeksiyon Hasip Kahraman, ayakkabıcı Ürgüplü Sadi Avcı ve  Murat Bekin inşaat müteahhitlik bürosu vardı.

Be­lediye dükkanlarının bittiği yerde, yıkılan eski postanenin olduğu yerde Rum hemşerilerden Sotiri’nin fırını vardı; bunun ar­kasında izzet Bey ve Tevfik Efendi’nin yo­ğurthaneleri bulunuyordu. Birkaç adım gidildiğinde Kalaycı Hafız’ın (A. Kemal Gündoğan) kahvesine geliniyordu. Bu zat, Silivri’nin renkli simalarından biriydi. Sözü sohbeti dinlenir, kimseye bir zararı ol­mayan bir kişiydi. Bu kahvenin önündeki yaşlı çınar ağacı (şimdiki Aslan Yoğurdu satış yerinin karşısında) halen canlılığını ko­rumakta ve geçmiş günlerde gölgesinde ya­pılan sohbetlere tanıklık etmekte… Ya­nındaki kuyuysa, çoktan kapatılmıştır. Kahvenin arka tarafı bir handı.

Başkomutan caddesinde yan sokağı geçip birkaç adım gidince, Piri Mehmet Paşa Vak­fına ait bir hana daha rastlarız. Burasını 1924 Mübadelesinde Drama’dan gelen İbrahim adlı bir nalbant kiralayarak burada hem nalbantlık hem de hancılık yapıyordu. Kısa bir süre sonra ölünce, iki küçük ço­cuğuyla kalan eşi Halide Nalbantoğlu hani işletmeyi sürdürdü. Eskiden kasabada işi olan köylüler ya da pazar için gelenler ara­balarıyla bu hanlarda konaklardı. Silivri, işlek bir yol üzerinde olduğu için, müşteri azlığından yakınacak en son esnafın da nal­bantlar olması gerektir. Zamanla koşullar değişti, şimdi ne hancılık ne de nalbantlık kaldı… Bilenlere göre, bir zamanlar Si­livri’de 18 han bulunuyormuş.

Han kapısından 30 m kadar ilerlersek, Piri Mehmet Paşa’nın yaptırdığı caminin bahçe giriş kapısına geliriz. Burada şimdi be­lediyenin fıskiyeli havuz ile yeniden dü­zenlediği meydanda, 1960’ta Polis Recep Silahtaroğlu’nun çabalarıyla yaptırılan Ata­türk büstü bulunuyordu. Daha sonra Hükümet Konağının bahçesine taşındı. Meydanın başındaki çınar ağacı Hafız’ın kahvesinin önündekiyle yaşıttır. Ancak cami avlusundaki bunlardan yaşlıdır.

Cami kapısının doğusunda, köşedeki köf­teciyle başlayan dükkanlar sırasının önünde bir sıra dükkân daha bulunuyordu. Bunlar 1950’lerin sonunda yıktırılarak, cadde bir meydan oluşturacak biçimde genişletildi. Cami kapısının karşısında demir par­maklıklarla çevrili bir havuz (balıklı havuz) bulunuyordu. 1960’ta doldurulup yola ek­lendi. Bunun biraz aşağısında, han kapısı karşısında bulunan ve hana gelenlerin at­larının sulandığı hayuzsa, çok daha ön­ceden kaldırılmıştı.

1966 yılında dükkanların yıkıldığı zamanki son işyeri sahipleri….

Soldan sağa; Ahmet Bircan’ın (Kara Ahmet) Marketi,

Mustafa-Hasan Özel’in Marketi, Hasan Güner Gazete Bayii, Ergün Karan’ın Bakkal, Cemal Çağirir-Ibrahim Ibracik Ortak Lokanta, Hasan Bozelel’in(Sert Kahya)Çorbacı ve Hasan Türkmen’in(Parlak Hasan)Kunduraci İşyerleri.

Yolumuza devam ederken önce Ye­meniciler Çarşısı’nın başına geliriz. Bu so­kağın sol taraf başında Turgut ve Naci (Bin­göl) kardeşlerin kahveleri bulunuyordu ve yolu neredeyse tümüyle kapatıyordu. Bu­rası yıktırılarak yol genişletildi. Şimdi bu­rada yüksek bir apartman vardır.

Yolumuzda ilerleyince, bugünkü Sütlü ve çevresindeki ya­pıların olduğu yerde eskiden bir han daha bulunuyordu. Bu hanın yanında, şimdiki Akbank ile Şahin Fırını arasında iki katlı bir taş bina vardı. Burası Silivrili bir Rum’a ait olan bir giyim eşyaları mağazasıydı, öteki cephesi de Yemeniciler Caddesi’ne ba­kardı. Burada çalışan tezgahtarlar siyah re­dingot giyer, papyon kravat takardı. Çe­nelerinde ufak bir sakal, ince çerçeveli altın gözlük ya da monoki, kibar görüntülerini tamamlardı. Burası, o zamanki Be­yoğlu’nun büyük mağazalarının bir eşiydi ve buradan çok zenginler alışveriş yapardı. Bu bina sonraları Jandarma Bölük Ko­mutanlığı ile Jandarma Karakolu olarak kul­lanıldı. Son yıllarda yıkılarak yenilendi ve yeni bina da eskisi gibi Jandarma lojmanı olarak hizmet görüyor.

Biraz ilerleyince Kapanönü Sokağı’nın Cumhuriyet Caddesi, başına gel­miş oluruz. Eskiden burada birkaç bakkal dükkânı vardı. Bunlar sonraları yıktırıldı. Boş kalan yerleri genişçe bir alan oluş­turduğundan, 1950’lerde bazı bayramlarda burada toplanılır ve bayram kutlanırdı. Şimdi burada üstü konut, altı dükkân olan binalar (Kurfallılar’ın ve Siyami Köylü’nün) bu­lunmaktadır.

Sokağın sol başında, Özel idare binasının bulunduğu yerde eski bir fırın, onun ya­nında da cezaevi vardı. Bugün özel idare iş merkezi binasının bulunduğu alanın Fevzi Çakmak Caddesine bakan kısmıdır.

1963 yılı iki katlı özel idare binası yapılana kadar bu alanda ziraat bankasına bakan tarafta Emruş’un ekmek fırını ve fırının arkasında da ufak bir cezaevi mevcuttu. Bu iki binanın arkasında da halk eğitim merkezi vardı.

Hapishanenin hemen yolun karşısında ise, dikenli tellerle çevrili Kurfallıların ve köylü ailesinin mülkiyetinde iki boş arsa mevcuttu. Belli saatlerde mahkumlar jandarma ve gardiyan nezaretinde yolun karşı tarafındaki dikenli tellerle çevrili alana boş arsaya çıkartılarak burada volta atar hava alırlardı.

0 zaman Silivri’de pek adli olay olmazdı. O yıllarda cezaevine düşenler genellikle kavga-yaralama gibi basit suçlar nedeniyle olmaktaydı.

O yıllarda Silivri’de uzun yıllar hakimlik yapan Cahit bey vardı ve Cahit beyin oturduğu ev ise cezaevinin hemen 30 metre ilerisinde bugün Sorucu işhanının bulunduğu yerde bulunan iki katlı evdi. Hakim Cahit Beyin Tamer adında bir oğlu vardı.

Hâkim Cahit Bey Silivri’de çok uzun yıllar 14-15 yıl hakimlik yapmıştı. O yıllarda hâkim ve savcıların 4-5 yıl geçtikten sonra başka bir ilçeye tayinleri çıkmazdı.

Avni Çoğal’ın dük­kanının bulunduğu yerde Matatya’nın, onun ilerisinde sırasıyla Aynalı İzak, Deli İzak ve Avram Kohen adlı Yahudilerin dük­kanları yer alıyordu.

Bu dük­kanlara giren biri, bir şey al­madan çıkamazdı; özellikle Ma­tatya ne yapar eder bir şeyler satardı. (Matatya için şöyle bir fıkra yakıştırılmıştı: iki tavuk kendi aralarında konuşuyormuş. Kırmızı tavuk beyaz tavuğa gu­rurlanıp, “Benim yumurtalarım seninkilerden daha büyük”, demiş. Beyaz tavuk arkadaşını yanıtlamış: “Ben senin gibi akıl­sız değilim, Matatya beş para daha fazla kazansın diye hiç kı­çımı yırtamam!”). Bu dükkanlarda iğne iplikten, çarık ve yumurtaya kadar her şey sa­tılırdı.

Sokağın sağ tarafındaki Ye­meniciler çarşısında her türlü esnaf bulunurdu. Biraz ileride, sağda Mumhane Sokağı başlar. Eskiden bu sokakta mum yapan esnaf bulunduğu için bu ad verilmiş. Bu so­kağın başında, Cumhuriyet Caddesi’nin sol yanında, şimdiki kahve ve fırın arasında, bir Rum’a ait olan toptan eşya mağazası vardı. Bu bina daha sonra elektrik santralı, ar­dından itfaiye olarak kullanıldı ve yıkıldı. Bu binanın önündeki yaşlı çınara bitişik bü­yükçe bir havuz bulunuyordu.

1960’ların başlarında kaldırıldı.

Buradan sonra, eski Silivri’nin en renkli yeri Boyacı Bayırı başlar. Burada birçok işyeri ve meyhaneler bulunuyordu. Fatih Cami Sokağı girişinde, köşe başında, bugünkü Ayla Apt.’nın altında fırıncı Taki’nin ba­basının fırını, onun yanında Rum Ba­baçko’nun kuruyemişçi dükkânı, karşısında, Ragıp’ın fırınının olduğu yerde Eftoli’nin ec­zanesi, Fatih Cami Sokağı’nın başlangıcının sağ tarafında başka bir eczane, bu sırada fabrikatör Stamulis’in damadı Dr. Mil­tiyadis’in muayenehanesi, meyhaneler, bak­kal, boyacı dükkanları bulunuyordu.

Bu­rada sıralanan meyhaneler İstanbul’ daki Çiçek Pasajı’nın andırırlardı. Her mey­hanenin önünde bir laterna bulunur ve ko­milerden biri bunu devamlı çalar, çalgının sesleri, şarkılar birbirine karışırdı. Akşamüzeri yorgun argın işinden dönen Rumlar, evleri Kale içinde olduğundan buradan ge­çerler, geçerken de mutlaka bu mey­hanelerden birine uğrarlardı. Bu saatlerde balıkçılar da iskeleden tarak, midye, karides ve balıkları taze taze buradaki bakkala ge­tirirler, meyhaneye gidenler de buradan on­ları mezelik olarak alırdı. Bu sokakta Po­likron’un, Aleko ve Sotiri’nin meyaneleri vardı. Bunların içinde en kalitelisi Po­likron’unkiydi. Müşterilerin bazısı mey­hanede bir tek atar, biraz dinlenir, sonra bir ufak şişe içkiyle evinin yolunu tutarken, ba­zıları da sohbete dalıp zamanın nasıl geç­tiğini unuturdu.

Fatih Cami Sokağı’nda biraz yokuş yukarı ilerlediğimizde, eskiden dispanser olan Mu­harrem Efendi’lerin evine ulaşırız. Daha ilerde müzisyenler kahvesi vardı. Silivri’de o zamanlar yalnız Rum çingeneler bu­lunuyordu ve bu kahvehane de onlara aitti.

Bu gayrimüslim çingenelerin hemen hepsi müzisyendi, hatta Aleko Bacanos ve kardeşi Yorgo Bacanos bu kahveden yetişmiş mü­zisyenlerdi. Lavtacı Lambdnun oğulları olan kardeşlerden Aleko, kemençe üs­tadıydı. 1900 yılında Silivri’de doğan ve 1977’de İstanbul’da ölen Yorgo Bacanos, üstün yetenekli bir ut sanatçısıydı. 5 ya­şında ut öğrenmeye başladı, 12 yaşında sahneye çıktı. Aynı zamanda besteciydi; unutulmayan birçok şarkıları vardır.

Şimdi geri dönerek yeniden Aliçetinkaya Caddesi’ne gelelim. Özel idare binası ve yanındaki Halk Eğitim Merkezi 1992 yılı so­nuna doğru yıkılmış ve yerlerine Özel idare Lojmanları ve iş Merkezi yapılmıştır. Halk Eğitim Merkezi, 1940’larda CHP yönetimi sırasında Halkevi olarak yapılmıştı. 1950’lerde DP yönetimi sırasında diğerleri gibi, Silivri’deki Halkevi de kapanmış, gençliğe hizmet eden bu kültür yuvalarının eşya ve kitapları kapanın elinde kalmıştı. Si­livri Halkevi de yağmadan payına düşeni aldı. Zaman zaman boş kaldı, bazen ku­marhane gibi çalıştırıldı, bazen de sinema oldu. Buraya komşu nalbant Mehmet Kalfa’nın ahşap evi ve onun üstünde boş bir arsa vardı. Bu arsaya 1961 yılında belediye sinema binasını yaptırdı. Sinemaya bitişik olan, büyük taşlarla örülü bahçe duvarı Piri Mehmet Paşa İlkokulu’nun duvarıdır. 1934 yılında yaptırılan bu okulun yerinde es­kiden bir medrese bulunuyordu. Okulun Akçeşme Sokağı’na bakan bahçe kapısının yanında “Çakır Babalının yatırı vardı. Gerek okul gerekse bahçe duvarları, Turgut Reis ilkokulu karşısındaki kilise ve Rum oku­lunun taşlarından yapılmıştır.

Çakır Baba yatırının bulunduğu yerin kar­şısında, Raif Özer’in evinin alt tarafında da “Pöstekili Dede” denilen bir yatır daha vardı. Bugün bu yatırın yerinde bir apartman var­dır. Apartmanın biraz yukarısında bir çeşme bulunuyordu. Daha sonra yıllarda yıktırıldı. Yalnızca adı bu sokağa kaldı. Silivri Er­menileri bu sokak çevresinde oturuyorlardı. Evleri, genelde buradan Çiftlik Sokağı’na kadar uzanırdı. Bu bölgeye Ermeni Ma­hallesi de denirdi. Burada Toros, Mardros, Keğan, Bedros, Agopyan gibi Ermenilerin ev­leriyle iki de demirci dükkânı bulunuyordu. Silivri’de yaşayan Ermenilerin hemen hepsi çiftçilikle geçinirlerdi.

Yeniden Aliçetinkaya’ya dönüp yolumuzu sürdürürsek yıkılan Devlet Hastanesi’nin karşısında, Samanlı Bayır denilen yere ge­liriz. Çiftlik Sokağı’nın sağ tarafında bu­lunan bu yere çiftliğin samanlarının ko­nulması nedeniyle bu ad verilmişti. Sonraları burada bir ev ve onun bahçesi oluştu. Şimdiyse burada çok büyük bir apartman bulunuyor.

Çiftlik Sokağı, Aliçetinkaya Caddesi’nden Kırkale Kapısına kadar uzanır. Bu yolun sol tarafında, eski bir çiftliğin 10 dönümlük arazisi üzerinde Silivri Lisesi yer al­maktadır. 1968’de Lise Kurma ve Koruma Derneği burayı Kara Hüseyin ve diğer va­rislerden satın alarak, lise yaptırmak ko­şuluyla Millî Eğitim Bakanlığı’na hibe etti. 13.8.1968 günü temeli atılan lise, 1970’te öğretime başladı. Silivri’ye lise açılmasında İstanbul Milli Eğitim Müdürü merhum Ali Yalkın’ın büyük emeği geçmiştir.

Çiftlik Sokağı başından Aliçetinkaya Cad­desi’ndeki yürüyüşümüzü sürdürelim. Bir­kaç apartman sonra, eski adı Yenitepe Sokak, sonraları Nazım Terzioğlu Caddesi olan ve yeniden değiştirilen, bugün pazarın kurulduğu sokağın başına geliriz. Biraz daha ilerleyince, eski İstanbul yolu ile eski cezaevinin şimdiki adliye binasının bulunduğu yere kadar uza­nan eski mezarlıkla karşılaşılırdı. Bu bölge 1950’li yıllara kadar tümüyle boştu, yal­nızca Mezarlıkçı Mustafa’nın küçük bir evi vardı. 1960 ihtilalinden sonra Belediye bu­rayı parselleyerek, evi olmayanlara bahçeli nizamda ve iki kattan fazla olmamak ko­şuluyla satmıştı. O yıllarda bu nizama uyu­larak güzel bahçeli evler yapılmıştı. Za­manla her yeni gelen Belediye, şehir planını değiştirerek bugünkü bina anar­şisine yol açtı. Eski cezaevinden ilerisi tarlaydı.

Şimdi gezimize başladığımız yere, Uzunköprü’ye dönelim. Buradan Silivri’ye doğru ilerlerken bu kez de yolun soluna ba­kacağız. Köprüden Onnik Efendi’nin de­ğirmenine kadar tarlalar vardı. Buradan Kısa Köprü’ye kadar nalbant dükkanları, kahveler ve bir de han bulunuyordu. Son­raları bunlar yıktırıldı. Buraya bir futbol sa­hası yapıldı. O zamanlar panayır da burada kuruluyordu. Silivri panayırı çok eskiden bölgenin en iyi panayırıydı ve bir hafta sü­rerdi. Sonraları süresi üç güne indi ve gi­derek daha uzun aralarla kurulmaya baş­landı, artık neredeyse unutuldu. Köy yollarının düzgün oluşu ulaşımın kolaylığı, çevrenin gereksinmelerini kolayca sağ­layabilme olanakları panayırları gereksiz kıldı.

Kısa Köprüyü geçip hemen sola saparsak, Eski Sanayi Çarşısı’na gelmiş oluruz. Burası es­kiden bakımsız, boş bir alandı. 1960 ih­tilalinden sonra Askeri Kaymakam ve Be­lediye Başkanı olan zat buraları parselleyip, işyeri olmayan esnafa çok ucuza satıp bu­rasını değerlendirdi. Sanayi Çarşısı’nın Ali­çetinkaya Caddesi’nden girişinin Silivri yö­nünde bir ayazma bulunuyordu. O zamanlar Silivrili Rumlar her pazar buraya gelir ve şifalı saydıkları bu sudan içip dua ederlerdi. Bugün bu ayazmadan hiçbir iz yok. Bu yerin hemen bitişiğinde, geniş bahçe içinde, son şeyhi Talat Baba’nın ol­duğu bir tekke ve Aliçetinkaya Caddesi’ne yakın olan yerde de Sadi (Sait) Baba’nın tür­besi vardı. 1961’de kasaba içindeki bütün mezarlar kaldırılırken bu mezar da şehir mezarlığına nakledildi. Talat Baba’ya ge­lince, eski Belediye Başkanlarından Burhan Soyaslan’ın babası, Talat Soyaslan’ın dedesi olan bu zatı Çantalı, Rumlar şehit et­mişlerdir.

Biraz ilerde bulunan eski Tekel binasının ye­rinde eskiden taş bir bina vardı, yanındaki pasaj da eskiden depoydu ve kapısında yak­laşık 10 kilo ağırlığında bir kilit asılıydı. Biraz yürüyünce Hacı Pervane Sokağı’na açılan Helvacı Sokağı’na geliriz. Eskiden bu­raya kadar Aliçetinkaya Caddesi boyunca küçük küçük dükkanlar vardı. Bugün bun­ların yerinde apartmanlar ve altlarında beyaz eşya satan mağazalar bulunuyor.

Biraz daha gidildiğinde Taki’nin fırının önüne geliniyordu. O zamanlar Silivri’de en güzel ekmek bu fırında pişerdi. Sonraları bu fırın Malik adlı biri tarafından işletildi. Sonra Yapı ve Kredi Bankası vardı oda taşındı. Daha ile­ride Aristotel’in fırını vardı, Kı­zıltanlar bu fırını yıllarca işletti şimdi fırıncı adı altında çalışıyor. Bu sıranın sonunda, Hacı Pervane Sokağına giden sokağın başına gel­miş oluruz. Burada bir han bulunuyordu, sonraları altı kahvehane, otobüs yazıhanesi, üstü de otel olarak kullanıldı. Alt katta baş­taki dükkân bir süre Ekspres Bankası, daha sonra Belediye Zabıtası bürosu olarak kul­lanıldı. Sonra yıktırılıp yerine büyük bir otel (Silviya) yaptırıldı. Oda yıktırılıp işyerleri yapıldı.

Şimdiki taksi durağının gerisinde büyük bir bahçe içinde küçük eski bir bina da o za­manların hükümet binasıydı. 1935’te bu­günkü hükümet konağı yaptırıldı. Bu bah­çeye bitişik bir bahçe daha vardı ve ön tarafında, Aliçetinkaya Caddesi kenarında bir çeşme bulunuyordu, yolu genişletmek için yıktırıldı. Bahçenin arka tarafında, Ömür (Belediye) Düğün Salonu vardı. Oda yıkılıp park oldu. Ondan önce burada tek katlı bir bina vardı. Burası önceleri Maliye ve veznesi olarak kullanılmış, sonraları belediyece bir eczane ve bir doktor muayenehanesi olarak kiraya verilmişti.

Arka planda sağda altı Taş, üstü ahşa bir bölümü Maliye binası ve belediye binasına bitişik biçimde o yılların ilk ve tek Eczanesi (Hayat Eczanesi) bu eczanenin sahibi Hüsamettin bey eczanede eşi ile birlikte çalışmaktaydı.

Bu eczanede 1960’lı yıllarda Hasan Süzgün eczacı kalfası olarak çalışıyordu.

Bunun hemen doğu bölümünde alt katı taştan, üst katı ahşap, büyükçe bir bina vardı. Binanın, bahçeye açılan mer­diveni ve Aliçetinkaya Caddesi’ne bakan ana cephesinde de taştan yapılmış çift mer­diveni vardı. Burası Telgrafhane olarak ya­pılmıştı, o zamanlar PTT’ye Telgrafhane de­nirdi. Daha sonraları binanın alt katında birkaç oda Emniyet Komiserliği ve Karakol olarak, üst katın bahçeye bakan tarafı Be­lediye, diğer yandaki Odalar da kay­makamlık lojmanı olarak kullanıldı. 1955’te Garipler Mezarlığı’na bitişik kay­makamlık lojmanı yaptırılınca, bina tü­müyle belediyeye kaldı.

Eski Belediye binası ve yanındaki eczane ile muayenehane olarak kullanılan bina yık­tırıldıktan sonra, bahçenin arka tarafına (ge­rideki Tevfik Efendi’nin çiftlik yeri de ek­lenerek) Belediye dükkanları, doğu tarafına da bugünkü belediye binası yaptırıldı. Eski bahçe de düzenlenerek Silivri’ye güzel bir park kazandırıldı. 1985’te yaptırılmış olan yeni Belediye’nin cephesi Fevzi Çakmak Caddesi’ne (eski Hamam Sokak) bakmaktadır. 1999 depreminde hasar gören belediye binası daha sonra yıkılarak uzun yıllar otopark olarak kullanıldı.

Şimdi E5 karayoluna kadar uzanan Fevzi Çakmak Caddesi’nde yolumuza devam edelim. Bu cadde Belediye’nin bitiminden sonra eski Kasımpaşa Mahallesi’nin içinden geçer. Bugün Alibey Mahallesi içinde kal­mış ve Kasımpaşa adı unutulmuştur. Bu cadde üzerinde, Silivri’de ilk yapılan apart­man olan Sezai Atakulu’nun evinin ar­kasındaki bahçe içinde Kasımpaşa Camisi bulunuyordu. Biraz daha ilerleyip E-5 ke­narındaki ‘Bekleme’ denilen durak yerine gelmeden sağ tarafta Kır Camisi’ni görürüz. Eskiden burada bir mescit bulunuyordu. Bu mescit ve Kasımpaşa Camisi, 1912-­1913’te, Balkan Savaşı’nda Silivri’yi işgal eden Bulgarlarca yıkılmıştı.

Kasımpaşa Mahallesi’nin batısındaki, Yıkılan Be­lediye binasının kuzeyinden başlayıp Eski Sa­nayi Çarşısı’na kadar uzanan bölgeye de Hacıpervane Mahallesi denirdi. Şimdi bu­radaki Cadde bu adı taşıyor. Bu caddede, Varnalı’ların evinin batısında, bahçe du­varlarına bitişik olan yerde Hacı Per­vane’nin tekkesi ve türbesi bulunuyordu. Adından da anlaşılacağı gibi, burası bir Mevlevi tekkesi ve Hacı Pervane de bir Mevlevi dervişiydi.

Yeniden Aliçetinkaya Caddesi’ne dönüp Belediye’nin yanından geçtikten sonra Zi­raat Bankası’nın bulunduğu köşeye geliriz. Eskiden burada bulunan, Ziya Bey’in (Altınorak) babasına ait hamam, Balkan Sa­vaşı’nda yıkılmıştı. Ziraat Bankası, şimdiki binası 1955’te yapılana değin hükümet bi­nası içinde bir odada hizmet veriyordu. Bankanın bitişiğinde, 1949’da kurulan Si­livri Ortaokul Kurma ve Koruma Der­neği’nce, Balkan Savaşı’nda yıkılan bi­nalardan kalan boşluğa yaptırılan Ortaokulun önüne geliriz. Daha sonra Kız Mes­lek Lisesi olan bu okul günümüzde İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü oldu. Az ilerisinde 1954’te yaptırılan Tarım Kredi Kooperatifi vardır. Bu binayı geride bırakıp 50 metre kadar ilerlersek, yine Balkan Savaşı’nda yı­kılan Alibey Camisi’nin olduğu yere geliriz. Önceleri Özel İdare’ce 1938’de yaptırılan Dispanser, sonra Sağlık Merkezi Kurma ve Hastane Yaptırma Der­nekleri tarafından Dispanser binası üzerine iki kat çıkılarak Silivri’ye kazandırılan Dev­let Hastanesi bulunuyordu. Yeni Devlet Hastanesini yapılmasından sonra burasıda yıkıldı. Buradaki yıkılan ca­miye adını veren Ali Bey, 1877/1878 Os­manlı-Rus (93) Harbi’nde Bulgaristan’dan göç etmiş, varlıklı bir kişiydi. Yaptırdığı cami nedeniyle bu mahalleye Alibey Ma­hallesi adı verilmiştir.

93 Harbi’nde Bulgaristan ve Romanya’dan gelen muhacirler, bugünkü Alibey Ma­hallesi’nin Aliçetinkaya Caddesi kuzeyinde kalan boş araziye yerleştirildiler ve buraya “Muhacir Mahallesi” adı verildi. Şimdi Ali­bey Mahallesi sınırları içindedir.

Şehir Mezarlığı, Aliçetinkaya Caddesi’nin solunda, onun arkasında yani ku­zeydoğusunda elektrik santralı bu­lunuyordu. Şimdi itfaiyenin de bulunduğu bu yere “Kavaklı” denir.

Şimdi yolumuza Kale tarafında devam ede­lim. Günümüzde haftalık pazarın ku­rulduğu, eskiden Nazım Terzioğlu Caddesi denilen yoldan yukarı doğru çıkar, Lise bi­nasının bahçe duvarının doğu köşesinden sağa doğru ilerlersek, Silivri surlarının ku­zeydoğu köşesine gelmiş oluruz. Çok eski yıllarda bu köşe yakınında 7-8 kadar yel­değirmeni bulunuyormuş. Burası Silivri’nin en çok rüzgâr alan yeri olduğu için yel­değirmenleri buraya yapılmış.

Bu köşeden yukarı, güneye doğru, surların doğu kenarı yönünde, Işıklar Sokağı’nda iler­lersek, yolun solunda eskiden Yahudi Me­zarlığı’nı görmek olasıydı. 1960 ihtilali Kay­makam ve Belediye Başkanı kasaba içindeki mezarlıkları kaldırma girişiminde bu­lununca, Yahudi Cemaati ve hahambaşılığa başvurmuş, bir sonuç alınamayınca mezarlar belediyece kaldırılmıştır.

Işıklar Sokağı’nın sonuna gelindiğinde, sağ tarafta, bugünkü Kale Parkı’nın içinde gör­kemli bir kilise bulunuyordu. Bu kiliseden Boşnak Bahçe üstlerine ve Kale duvarları dı­şına, Aliçetinkaya Caddesi’ne kadar inen gizli yeraltı yolları olduğu ve bir savaş sı­rasında kaçmak için yaptırıldığı söy­lenmektedir. Bu kilisede, Rumlar’ın çok önem verdikleri bir de ayazma bulunuyordu.

Zamanla bakımsızlıktan yıpranan bu yapı, sonunda yıktırılmıştır. Bu kilisenin batısında, surların güneybatı köşesine yakın bir yerde, bugünkü Pak Sokağı’nda Sarıbekirler’in evi­nin güneyinde bir kilise daha vardı. O da yıl­lar önce yıkıldı. Silivri’de 1930’lara kadar sağlam kalan, Turgut Reis ilkokulu kar­şısındaki kilisede, sahipsiz kalınca ba­kımsızlıktan yıkılmıştır.

Kalenin içinde Rumlar ve Yahudiler ya­şarlardı, bunların arasında çok az Ermeni ve Türk bulunuyordu. Ermeniler surların kuzey duvarı çevresinde, Yahudiler Kırkale So­kağı’nın iki tarafıyla Soğukkuyu Meydanı çevresinde oturuyorlardı. Akşam olunca pazvantlar Kırkale Kapısı’nı kapatır, kimseyi içeri almazlardı. (Pazvant, o zamanlarda bekçilere verilen addır)

Kale içinde, Zükür Mektep, Park ve Külhan sokaklarının kesiştikleri yerde bir hamam vardı. Bu hamam Ermeni Artin’e aitti.