2.Dünya savaşı öncesi ve sırasında Avrupa’daki Yahudileri kaçak olarak Filistin’e götürmeye çalışan gemilerden en korkunç sonla karşılaşanları ‘Struma’ ile ‘Salvador’du. Salvador’a ölüm gemisi adı verilmişti.

12 Aralık 1940’ta İstanbul’a ulaşan ‘Salvador’, ertesi gün şiddetli bir fırtınayla Silivri açıklarına sürüklendi. Karaya çıkabilenler donarak öldüler. O gün kesin olmayan bilgilere göre 122 kişi kurtulabildi.

Yahudileri Alman nazi zulmünden kurtarmak için Filistin’e götürmeyi amaçlayan Salvador adlı ‘yüzen tabut’un başına gelenlerden sonra, aynı felaketin bir kez daha yaşanmamasına yönelik bir hassasiyeti Türk hükümeti gösterdi. Ancak yine de sonuca yönelik değildi. Çünkü Struma tüm tarafından ‘kazaen’ torpillenerek batırılmıştı! Bu facianın sorumlusu olarak önceleri kimliği belirsiz ama Alman olduğu ima edilen savaş gemileri gösterilmişti. Ancak yakın zamanda açılan Sovyet ve Alman arşivlerinde geminin bir Sovyet denizaltısı tarafından torpillendiği ortaya çıkartıldı. Salvador, Struma’dan iki yıl önce batmıştı. 1940 yıllarının son aylarıydı, Salvador Bulgaristan’ın Varna limanından demir aldığında, Alman Nazi orduları Bulgaristan sınırına dayanmıştı. İşbirlikçi hükümet de tüm Yahudiler’i yakalayarak Almanlara teslim ediyordu! Kaçabilenlerden bir bölümü Salvador gemisini tıka basa doldurmuştu. Hepsinin amacı tekti; bir an önce Filistin’e yani anavatan topraklarına gitmekti.

Uruguay bandıralı Salvador, üç günlük yolculuktan sonra, İstanbul limanına vardı. İçinde 342 kişi vardı. Aslına bakılırsa kesinlikle yolculuk yapabilecek teknik vasıflara sahip değildi ve donanımsızdı. Türk hükümeti limana giren Salvador gemisine biraz da Nazi Almanyası ile ‘dostluğu’ nedeniyle, “Burada daha fazla bekleyemezsiniz” uyarısında bulundu. Salvador, limandan hareket etti ve bir kılavuz kaptan eşliğinde Marmara’ya açıldı. Gemi Silivri açıklarına geldiğinde şiddetli bir fırtınaya yakalandı. Bir ceviz kabuğu gibi denizin çıldıran dalgaları arasında savruluyordu. Yolcular korku içinde birbirlerine sarılmışlardı. Fırtınaya dayanamayan çürük gemi, adeta dağılarak parçalara ayrıldı. Yüzlerce yolcu kendisini soğuk denizin ortasında buldu. Yüzme bilenler karaya ulaşmak için, tüm güçlerini harcadılar ama nafile! Yüzenler Silivri-Çorlu karayoluna kadar çıkmayı başarabilmişti ama soğuktan donarak ölmüşlerdi. Toplam 342 yolcudan 231’i öldü. Hepsinden acısı ölen 231 kişiden 70’inin çocuk olmasıydı. Ölenler arasında Türk Hükümeti’nin görevlendirdiği Türk kılavuz kaptan da bulunuyordu.

Cesetler görevliler tarafından üst üste at arabalarına yığılarak mezarlığa götürülüp defnedildi. Manzara korkunçtu. Dönemin ve olayın tanıklarından Hasan Sezen, yaşadıklarını anlatırken, “Gördüklerimi unutamıyorum” diyordu. Silivri ve civar köylerde oturanlar, kurtulan Yahudilere ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalıştı. Ancak Jandarma kayıtlarına geçen soyguncular da oldu. Jandarma karaya vuran cesetleri soyan hırsızları yakalayarak mahkemeye sevk etti.

Ölüm gemisi Salvador’dan 111 yolcu kurtulabilmişti. Bu yolcuların bazıları daha sonra; İsrail devletinin temelini oluşturan Filistin’e gitmeyi başarabildi. Salvador faciasından sonra İsrail hükümeti Yahudilere yapılan zulmü insanlığın gözleri önüne serebilmek için çok geniş çaplı bir araştırmaya girişti. Salvador’un batışının ardından yaşamını yitirenler, Silivri’deki Yahudi mezarlığına defnedilmişti. 60’lı yıllarda, İsrail’den gelen bir heyet cenazeleri İsrail’e nakletti. 1974 yılında Kudüs’de bir anıt mezar yapıldı. Kurtulanlar İstanbul’a getirilerek Galatarasay, Minare Sokak 17 numaralı eve yerleştirildi. Ancak, bu kazazedelerden bir daha haber alınamadı. Zaten İstanbul’dan transit olarak geçmek amacında oldukları için, daha sonra nerelere gittiklerine dair bir kanıt bulunamadı.

Albert Farhi, yalnızca batan gemi Salvador’un değil, yakın tarihin en önemli tanıklarından birisidir. Türk Yahudisi olan eşi Raşel, torunları ve çocuklarıyla birlikte İsrail’de yaşam sürdürüyor. Torunlarından birinin adı Yoşidir. Raşel Türkçe konuşabiliyor.

Albert Farhi, annesi ve babasıyla birlikte Salvador gemisine bindiğinde 21 yaşındaymış. Eski bir gemiyle İstanbul’a doğru yola çıktıklarında gemide yalnızca ekmek ve su varmış. Gemi parçalandığında nasıl kurtulduğunu tam olarak anımsayamıyor. “Babamın cesedini kıyıda buldular, fakat anneminkini bulamadılar. 250 kişi öldü, sanırım bir o kadarı da kıyıya çıkabildi, ama hepsi yaşamadı. Biz kurtulanları İstanbul’a götürdüler.” diye, sürdürüyor konuşmasını: 1919’da Bulgaristan’da doğdum. Babam Yugoslav Yahudisiydi ve tabiiyetini değiştirmemişti. 6 kardeştik, çok mutlu bir yaşantımız vardı. Ne yazık ki; 1940 yılında Bulgar Hükümeti, Bulgar vatandaşı olmayan Yahudileri sınır dışı etmeye başladı. Vatandaşı oldukları ülkelerinde kabul edilmeyen bu Yahudiler, genellikle sınırlarda öldürülüyorlardı. Almanlar daha Bulgaristan’ı işgal etmemişlerdi ama Alman zulmünün ne anlama geldiğini biliyorduk. Annem ve babam çaresiz kalınca Filistin’e gitmeye karar verdiler, yalnız gitmelerini istemediği için, onlarla birlikte yola çıktım. Salvador, çürük ve eskiydi. Yolculuğa çıktıktan iki-üç gün sonra, fırtına ve dalgaların etkisiyle ikiye bölündüğünde herkes denize döküldü. Korkunç bir şeydi. Annem ve babam öldüler. Babamın cesedini denizden çıkardılar, anneminkini bulamadılar. Nasıl kurtulduğumu, kaç kişinin kurtulduğunu hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığımda kendimi kumların üzerinde yatarken buldum.

Kurtulanları İstanbul’da Galatasaray, Minare Sokak 17 numaralı Bene Benerit binasına götürdüler. Kadın ve çocuklarla, erkekler ayrı katlarda kalıyorduk. Pis ve bitlenmiş olduğumuz için, hepimizi tıraş ettiler. Bizimle çok güzel ve akıllı bir kadın olan Madam Yarhi ilgileniyordu. Birkaç gün sonra su borusundan kaçtım. İspanyolca konuştuğunu duyduğum bir ailenin yanına yaklaştım. Çok iyi insanlardı, üç ay boyunca bana baktılar. Hatta beni kardeşleriyle evlendirmeyi bile teklif ettiler. Sonra polisin beni yakalamasından korkup Bene Benerit’e geri döndüm. Beş ay orada kaldım. Daha sonra, kardeşlerimi düşünerek Türk bandıralı bir gemi ile Bulgaristan’a geri döndüm.

Almanlar, Bulgaristan’a girince bizi çalışma kamplarına yolladılar. İki sene kampta kaldım. Bulgar hükümeti bizi öldürmelerine izin vermedi. Çalışma kampı Romanya’ya yakındı. Buzlu bir nehrin üzerinden geçerek Romanya’daki Yahudilere sığındım. Onların yardımıyla kaçak olarak bindiğim bir gemiyle Filistin’e yola çıktım. Filistin hayalleri kuruyordum fakat İngilizler gemiyi durdurarak Kıbrıs’ta hepimizi hapsettiler.

Tek Bulgar Yahudisi bendim. Kaçma planları yaptık. Tünel kazarak kıyıya çıkmayı planladık. 18 ay hapislikten sonra, tünel kazarak kıyıya çıktık. Kıyıya yanaşan bir tekne Yahudi olup olmadığımı sordu, evet deyince beni tekneye aldılar ve nihayet 1944’te İsrail’e vardım. Çok kişi bu yolla kaçtı. Kaçamayanlar 4 sene daha hapis yattılar.

“Hepimiz çok acılar çektik. Ben de çok acılar çektim, İsrail’e geldikten sonra da çok mücadele ettim, ağır işlerde çalıştım. Dilerim bunların hepsi geride kalsın, ülkeler birbirleriyle savaşmasın. En güzel şey barıştır” diyor.

1939 yılında tehlikeyi görüp Filistin’e yasal ve yasadışı yollardan ulaşmaya çalışan ve Yahudileri taşıyan gemilerin her birinin ayrı bir öyküsü var.

Salvador’un Türk Tanığı

Salvador gemisinin battığı yer bugün, bir tatil sitesinin plajıdır Bunca acının yaşandığı kumsalların burası olduğuna inanmak güç. Silivri’deki eski Yahudi Mezarlığı’nın yerinde bugün, ‘Matematik Bilimleri Araştırma Merkezi’ var. Bahçede ise; hala birkaç mezar taşı geçmişin izlerini bugüne taşıyor. Bazı mezar taşları üzerleri silinip, Silivri hamamının yer döşemesi, kurna yapımında ve talebe yurdunun inşaatında kullanılmış. Pek azı ise Dr. Cemal Kozanoğlu’nun kişisel çabalarıyla müze haline getirilmeye çalışılan eski sarnıcın içinde duruyor.

1940 yılında yaşanan korkunç facianın görgü tanıklarından Hasan Sezen, “Zaten bu gemilere o günlerde ‘tabut gemi’ denildiğini bilmeyen yok!” diyerek anlatır. Hasan Sezen: “Silivri’de nadir görülen bir soğuk ve fırtına vardı. Gemi sabaha karşı Cambaz denilen yerde kayalara çarparak batmış. Zaten bunlara o zaman tabut gemi denirmiş. Derinlik az olduğu için karaya çıkabiliyorlar fakat çıktıkları yer dümdüz bir tarla! Atıyorlar kendilerini denize, ıslak soğuk. O zamanlar Silivri’de elektrik filan yok! Ne iz var ne yol var! Saatler sonra yoldan geçen bir kamyon şoförü görüp Silivri’ye gelip Hüseyin’in kahvesinin önüne çekiyor, ‘Sahildeki çalıların arası ceset dolu, canlıları kurtarmaya gidin’ diye, haber veriyor.

Sabaha karşı yardıma gidildiğinde zaten çoğu soğuktan donarak ölmüştü. Havra’ya ve eski Yahudi mezarlığına giden yol bizim evin önünden geçerdi. Arabalar içinde üst üste yığılmış cesetler mezarlığa götürüldü. Silivri Yahudileri kurtulanlara çok yardım ettiler, ölüleri gömdüler. Battaniye, yiyecek, giyecek taşıdılar. Evlerinde barındırdılar. Tarlaların üstü ceset doluydu. Yardıma gidenlerin bir kısmı zavallıları soydu. Bunların büyük kısmını Jandarma yakaladı. Dikiş makineleri, halıları bile kıyıya vurmuştu. Soyanlardan yakalanmayanlar da hiçbir zaman o malların hayrını görmediler. Sonra, kurtulanları İstanbul’a götürdüler. O zamanlar Yahudi çoktu, mahalleleri vardı. Albert vardı, Moiz vardı, bilmem hala yaşıyorlar mı? Bizim yaştakilerin hepsi çok iyi hatırlar; Ekrem, Belkıs ana, Bektaş iyi hatırlar. İkinci bir gemi de yukarıda Podima’da (Struma’yı kastediyor) battı. Onlardan hiç kurtulan olmadı. Bizim buradaki yaşlıların hepsi hatırlar.” diye anlatıyor, o günleri…

Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Esra Danacıoğlu, Salvador Gemisi’nin batışının Yahudi tarihi için çok önemli olduğunu söyledi. Salvador faciasının Türkiye’nin kaçak Yahudi mültecilere bakışını değiştirdiğini belirten Danacıoğlu şöyle konuştu:

Salvador Gemisi’nin Marmara Denizi’nde batması Türk hükümetini benzer olaylar yaşanmaması için tedbirler almaya zorladı. Türkiye, 1944 yılına kadar Filistin vizesi olmayan gemilerin boğazdan geçişine izin vermedi. Bu politikaların sonucu olarak da Struma Gemisi, Karadeniz’e çekildi ve orada batırıldı.

 

Tabut gemi Salvador

 Danacıoğlu Salvador’un sefere çıkışını ise şu sözlerle anlattı:

Salvador Filistin’e gitmek için 3 Aralık 1940’ta Filistin’e gitmek üzere Bulgaristan’ın Varna Limanı’ndan ayrıldı. Seyahati Sofya’daki Siyonist Theodere Herzi Kulübü’nün başkanı Dr. Baruch Konfino organize etti. Konfino, Şubat 1939- Aralık 1940 tarihleri arasında düzenlediği 8 seferde 4 bine yakın Yahudi’yi Filistin’e ulaştırmıştı.

Salvador Gemisi bu amaçla satın alındı. Geminin adı alındığında Tsar Krum idi. Varna Limanı’nda Neptün Tersanesi’nde eski gemiye küçük kamaralar eklendi.

Kaçak yolculuğun nedeni İngiliz politikaları

Salvador’un seferi gizli tutulduğunu, Siyonist organizasyonun bilgisi dışında hazırlandığını belirten Danacıoğlu, “O günlerde bu tür kaçakçıları Filistin’e ulaştırmak üzere İstanbul’da örgütlenmiş Jewish Agency’nin ve Mossad’ın bile haberi yoktu. Gemiden, Silivri’deki faciadan sonra haberdar oldular” dedi.

Filistin’e gitmek isteyen Yahudilerin illegal yolları seçmesine ise İngiliz politikalarının neden olduğunu savunan Danacıoğlu şunları anlattı:

1938-1940 yılları arasında sığınacak liman arayan Avrupa Yahudileri Filistin’e akın etti. Yahudilerin bu eylemlerini kaçak illegal kılan Nazilerin peşlerine düşmeleri değil, Büyük Britanya İmparatorluğu’nun politikalarıydı. 1939-1941 yılları arasında Avrupa’da yüz binlerce Yahudi kaçacak yurt ararken, İngiltere sadece 10 bin Yahudi’yi Filistin’e kabul etti.  Bu yüzden Salvador faciasındaki payı Almanlardan daha fazladır.

Kurtulanlar Filistin’e geçti

Salvador Gemisi’nden kurtulanların çoğu zaman içerisinde Filistin’e gitti. Annesini ve kardeşlerini Salvador’da kaybeden Regine Canetti de Filistin’e ulaşanlar arasında yer yer aldı. Regina’nın hayatı, Salvador kazası ve Türkiye’de geçirdiği günler ise kitap oldu.

Ruth Danon’un kaleme aldığı Sister of Zion kitabı 2014’te yayımlandı