Silivri’de Alexios Apokaukos kilisesinin harap temelleri dışında kiliselere dair ne yazık ki pek bir şey kalmamıştır.

Selymbria (Silivri)’daki dinî mimari örneklerinden en önemlisi, Bizans’ın son devrine ait olan ve fetihten sonra Fatih’in bir vakfı olarak camiye çevrilen ve şimdi hemen hemen yok olmuş durumda bulunan Alexios Apokaukos kilisesidir. Selymbria kalesinin içinde merkezî bir konumda yer alan bu yapıdan bazı seyyahlar da söz etmiştir. XVII. yüzyıldaki Büyük Türk gezgini Evliya Çelebi, bu yapıyı “Hünkâr camii” diye adlandırır. 1854 senesinde Silivri’yi ziyaret ederek önemli bilgiler veren E. Jouve’un bu yapı hakkında biraz olsun ışık tutan bir tasviri mevcuttur. Jouve’un dışında bu yapıyı etraflıca tasvir eden başka bir seyyaha rastlamak mümkün olmadı.

Fatih camii adıyla kiliseden çevrilen bu yapının hüviyeti, bu konuda en geniş çalışmaları yapan Prof. Dr. Semavi Eyice’nin yayınlarından önce bilinmemekteydi. S. Eyice’nin bu araştırmaları sayesinde İstanbul’a yakın dış çevrelerden Selymbria’da XIV. Yüzyılın ilk yarısı içlerinde, Bizans tarihinde önemli bir yeri olan Alexios Apokaukos tarafından yeniden yaptırılan ve Palaiologos’lar devrinin mimarî özelliklerine sahip bu eserin etraflıca tanınması sağlanmıştır.

Hem kilise ve hem cami olan yapıt, Müs­lümanlar sahile inmeye başlayınca, tü­müyle bırakılmış ve gitgide daha çok yı­kılmıştır. Silivri’de 1528-29’da 3 Müslüman mahallesi, buna karşın Müslüman ol­mayanların (Rum, Ermeni ve Yahudi) 12 mahallesi vardı, 1540’ta (917) karşılıklı ola­rak mahallelerin sayıları 5 ve 18 oldu (150 Müslüman, 366 Müslüman olmayanların evi). Levant Kumpanyası’nın maiyet rahibi John Covel’in Silivri’den geçtiği 1675 se­nesinde burada pek çok kilise bulunuyordu. 1676 da Adrianopel’de ölen Ermeni zen­ginlerinden Abro Çelebi Silivri’de bir Er­meni kilisesi yaptırmıştı.

 

Alexios Apokaukos kilisesinin bugünkü durumu:

Selymbria kalesinin ortasında ve Fatih Camii caddesinin sonunda meyilli bir arazi üzerinde yer alan yapıya düz bir zemin hazırlamak gayesiyle kuzey tarafta büyük taş bloklarından yapılmış bir duvar ve buna dayanan destekler kullanılmıştır. Kilise bu düz platformun üzerine inşa edilmiştir. Yapının altında ise geniş ölçüde bir sarnıç uzanmaktadır.

Kilisenin dışarı taşkın pastophorion hücrelerinin temel kalıntıları harçla sıvanmış bir şekilde izlenebilmektedir. Yapının harabeleri en son Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmış ve bugünkü halini almıştır. Ancak, kalıntıların tamamen harçla sıvanması yenidir. Nitekim kuzey yan apsis kalıntısı 1982 Haziran’ında tamamen harçla kaplı olmayıp, doğu cephede taş ve tuğla inşaat görülebilmekteydi. 1983 Mayıs’ında ise tamamıyla harçla sıvanmıştır. Güney apsis kalıntısı için de aynı durum söz konusudur. Güney cepheden kalan bir temel duvarı da aynı şekilde harçla sıvalıdır. Kuzey cepheden ise yerden yüksekliği 1m.yi bulmayan temel duvarları kalmıştır. Kilisenin zemini üzerinde sağa sola dağılmış vaziyette mimarî parçalara rastlanmaktadır. Apsis kalıntılarının hemen doğusuna yeni Fatih Camii inşa edilerek, 1980’de ibadete açılmıştır. Camiye ait yeni bir şadırvan da kilisenin güney cephesi kalıntılarının hemen yanına inşa edilmiştir. Daha geride ise eski Fatih camiine ait yıkılmış minarenin kaidesi hâlâ durmaktadır.

Alexios Apokaukos kilisesinin ana apsisine ait hiçbir duvar kalıntısı görülmemekte olup gerek bu apsisin yerinde gerekse yan apsislerin içinde ağaç ve çiçek yetiştirilmektedir. Görüldüğü gibi bu son kalıntılar, yapı hakkında bir fikir verecek durumda olmayıp, sadece kilisenin yerini tespit etmeye yaramaktadırlar. Vakfın belgelerine göre, bakımını sağlamak için Trakya’da zengin mülke sahip olan caminin yok olması tamamen kasabanın etnik yapısıyla ilgilidir.

Plân özellikleri:

Apokaukos kilisesine ait plânın izlerini bugün teşhis etmek imkânı kalmamıştır. Kilise, altında yer alan sarnıçtan daha küçük ölçüdedir. Binaya giriş batı tarafta bir narthex vasıtasıyla sağlanmıştı. Bu narthex’in güney yanında bitişik, eski resimlerde Fatih Camine ait olarak seçilebilen bir minarenin kaidesi mevcuttur.

Vaktiyle, S. Eyice tarafından yapının apsislerinin biçimi ve birkaç duvar harabesinden hareketle, Atina Akademisindeki “Stamoulis Arşivi”nden sağlanan bozuk bir fotoğrafın da yardımıyla bu kilisenin mimarî özellikleri tahmin yolu ile tespit edilmişti: Yunan haçına benzeyen bir plâna, batıda narthex bölümüne ve dışarıda taşkın apsise sahipti, kuzeydeki küçük apsis yıkılmadan kalan tek parça olup, güneydeki yan apsis ise temel kalıntıları halinde seçilebilmekteydi. Ana apsis daha o zaman bile tamamen kaybolmuştu. 1964’te yayınlanan bu ilk yazıda, mevcut buluntulardan dört sütunlu Yunan haçı plânına olan benzerliğine değinilmişti.

Selymbria kalesi ve Anastasios suru üzerinde çalışmalar yapan F. Dirimtekin ise, vaktiyle burada bir bazilikanın bulunduğunu ve Bulgarların bu yapıyı 915’te tahrip ettiğini daha sonra eski bazilikanın yerine daha küçük plânlı bir kilise yapıldığını ileri sürerek, bu kilisenin kuzey ve güney apsislerinin kalıntılarından anlaşıldığına göre üç apsisli olduğunu ve zamanın âdetine uygun olarak inşa edildiğini, üç kapıdan girilen ufak bir narthex bölümüne sahip bulunduğunu belirtmiştir.

S. Eyice’nin 1954’teki yazısından sonra, Alman Arkeoloji Enstitüsü Arşivinde bulunan bu kiliseye ait iki eski fotoğraf sayesinde S. Eyice’nin ileri sürdüğü “binanın apsislerinin son devir Bizans mimarisinin karakterine sahip olduğu” görüşü kesinlik kazanmıştır.

Dış mimarî hususunda sağlanan deliller olan bu fotoğraflar yapının iç mimarîsi hakkında pek yardımcı olamamıştır ve yapının üst örtü ve iç destek sistemini yansıtmaktan çok uzak kalmıştır. Bilinen klâsik tiplerin hiçbirine uymayan bu kilisenin plânı ve karanlıkta kalan bu hususlara dair bazı düşünceler ise ayrıca yayınlanmıştır.

1972’de önce üzerinde kilisenin yer aldığı terası oluşturan büyük sarnıç temizlenerek restore edilmiştir. Başlangıçta bu alt kısmın camiye çevrilmesi düşünülmüş, daha sonra caminin terasa konulması tercih edilmiştir. İlk projede, yeni yapılacak Fatih camii, kaybolmuş kilisenin tüm yerini işgal ediyordu. Bu proje iptal edilerek, caminin yine sarnıç üzerine ve biraz daha doğuya yapılması teklif edilmiştir. Bu yeni proje, caminin girişinde ve avlusunda Bizans kilisesinin izlerinin ve kalıntılarının bulundurulmasını öngörmekteydi. Bu proje de önceleri Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek kurulu tarafından kabul edilmesine rağmen yürümemiş, tek yapılan kilisenin bulunduğu yerin temizlenmesi olmuştur. Böylece, kilisenin izleri ve mermer döşemesi ve ortaya çıkmıştır. Ancak, daha sonra bu proje uygulamaya konulmuş ve 1980 senesinde ibarete açılan yeni Fatih camii inşa edilmiştir.

Kilisenin altında bulunan 50 m 10 x 10 m 20 ebadındaki büyük ölçüdeki sarnıcın iki duvarı, kilisenin kuzey ve güney yan duvarlarıyla birleşmekteyse de kilisenin diğer mimarî elemanları alt kısmın yapısı ile bağdaşmamaktadır. Bu da S. Eyice tarafından belirtildiği gibi, binanın üst yapısının fazla ağır olmaması gerektiğine işaret etmektedir.

Kilisenin batısındaki narthex, iki küçük kapıdan yan neflere geçişi sağlamaktadır. Ortada ise narthex, mermer sütunlara oturan bir kemerle kilisenin ana mekânına açılmaktaydı. Sütunların araları mermer pervazlarla süslenmişti. Bu sütunlara oturan kemerlerden ortadaki ana girişi çevreliyordu. Yandakiler ise pencerelere aitti. Kilisenin dışarı taşkın üç apsisi vardı. Ana apsis, camiye tahvil sırasında ortadan kalkmış olup, bir duvar kalıntısı bu apsisin yerini gizlemekteydi. Buna karşılık iki yan apsis bu yüzyılın başlarına kadar gelebilmişti.

S. Eyice’nin ilk yazısında ileri sürülen “ortadaki kubbenin dört sütunla desteklenerek teşekkül eden Yunan haçı plânı” düşüncesi, temizleme çalışmaları sırasında hiçbir köşe duvarının kalıntısı veya temeli ortaya çıkmadığından çürümüş ve bunun üzerine yeni bir çözüm aramak lâzım gelmişti. Bu hususta yardımcı olabilecek birtakım yeni dökümanlara da gerek vardı ve S. Eyice, seyyah E. Jouve’un tasvirlerini hatırlamakta yarar görmüştü.

Jouve’un kitabından alınan bu pasaj şu şekildedir:

“… Şehrin merkezinde garip camiye bakmak için durdum. Bir Rum kadınının haç çıkarmasıyla bunun eski bir kilise olduğunu anladım. Zaten binanın stili, sütun başlıklarında ve süslemelerdeki haçlar ve azizlerin monogramları tapınağın eski şeklini açıklıyordu. Kilisenin eski apsisi hâlâ duruyordu. Türkler bir köşeye tahtadan yapılmış ve boyanmış kendi minberlerini koymuşlardı. Ana bölümün mermer tavanı iki sıra küçük kemerlerle taşınıyor, bu kemerleri de ince ve yassı, yani on parmak genişliğinde ve altıparmak kalınlığındaki köşeli sütunlar tutuyor. Müslümanlar, bu ele geçirilmiş kiliseyi, kendilerinin sebep olduğu sefalet yüzünden terketmişler. Bir kasırga tarafından yarı yarıya yıkılmış kurşun çatı tamir edilmediği için yağmur iç kısımlara sızmış, tavanları çürütmüş ve sarmaşıklar da boş çaprazlardan girmeye başlamış…”

J. H. Mordtmann da bu kiliseyi görmüş ve şu şekilde tasvir etmişti:

“Surların arasında camiye çevrilmiş -Fethi camisi- bir kilisenin harabeleri duruyordu. Bu cami yıllar boyu harap olmuştu. İçerde sıvaların altından Hıristiyan süslemeleri görülüyordu. Duvarlardan birinin üzerinde bir lahit vardı. Üstünde monogramların bulunduğu sekiz Bizans sütunu da orada duruyordu.”

Jouve’un ve Mordtmann’ın bu tasvirlerinden de faydalanılmak suretiyle S. Eyice tarafından kilisenin bir çatıya sahip olduğu ve neflerin de yuvarlak değil de dört köşeli sütunlar tarafından ayrıldığı sonucu çıkarılmıştır. Bu sütunların sayısının sekiz olduğu düşünüldüğünde, her sırada kemerlerle birleştirilmiş dört sütun olması gerektiği, bunların da pencereli ya da penceresiz tavan duvarlarını taşıdıkları da ifade edilmiştir.

Bu harap kiliseden onaltı adet sütun başlığı 1903 senesinde İstanbul Arkeoloji Müzesine getirilmiştir. J.H. Mordtmann ise, bu müzedekiler arasında olmayan başka iki sütun başlığından bahsetmiştir. Bunlar da G. Seure tarafından Stamoulis koleksiyonunda yayınlananların aynısı gibi görünmektedir. O zamandan beri bu iki başlık kaybolmuştur. Böylece sütun başlıklarının toplam sayısı 18 olmaktadır. Bunlardan birçoğu “T” biçiminde, iki tanesi ise “L” biçiminde yontulmuştu. Bu mimari elemanların boyutlarına bakılırsa, bunların bir “ikonastasis”e ait olabilecekleri, ancak bunları dikdörtgen sütunlar üstünde gördüklerini yazanlar olduğuna göre ortaya iki varsayım çıktığı hususu S. Eyice tarafından belirtilmiştir. Bu varsayımlar şöyledir:

“1. Yunan haçı şeklinde olan kilisenin iki yan kollarında, ayaklarla taşınan galerileri vardı. Aynı durum, İstanbul’daki Gül camiinde mevcuttur. Bu “Yunan haçı” batıda dört sütun ile, diğer taraflarda köşe duvarlarıyla teşekkül etmektedir. Bu sonuç biraz şüphelidir, çünkü kilisenin kubbesi yoktu ve ana destekler arasındaki mesafe iki ya da üç sütun ayağı için yeterli ise de bir dördüncüye yer kalmamaktadır.

  1. Kilise, her sırada dört sütunun bulunduğu bir “bazilika” idi. Bu akla yakın bir sonuçtur. Sütunlar üzerinde, “narthex”in ve “pastophorion” tarafındaki kemerlerin bağlantı noktalarına yerleştirilmiş küçük sütun başlıklarının, yan duvarlarda oyulmuş benzerleri vardı. Hiçbir yazar, galerilerden bahsetmediğine göre yapının böyle bir özelliği yoktu.”

Böylece, kilisenin “bazilika” plânına sahip olması gerektiği anlaşılmaktadır. Benzer bir örnek olarak da Arta’daki St. Theodora kilisesini göstermek mümkündür. Alexios Apokaukos kilisesinin Palaiologos’lar devrinde yeniden yapıldığı kesin olup, bu yapı karşımıza Bizans’ın son devrine ait ilginç bir “bazilika” tipinde örnek olarak çıkmaktadır.

 

Üst örtü sistemi:

Apokaukos kilisesinin üstünün nasıl kapatılmış olduğu başlı başına bir sorundur. Seyyah Jouve’un ifadesinden de anlaşıldığı kadarıyla bir kubbe söz konusu olamaz. Kilisenin çatısı destek sisteminden ve alt yapısından dolayı hafif, yani ahşap olması gerekmektedir. Bu çatı da yukarıdaki varsayımlar gibi iki değişik biçimde olabilir. Bu hususlar da S. Eyice tarafından ortaya konulmuştur:

“Eğer kilisenin kemer üzerinde pencereli çatı duvarları var idiyse, ana bölümün çatısının doğal olarak yan neflerden yüksek olması gerekmektedir. Böyle bir durum yoksa iki eğimli bir çatı bütün binayı örtmüş olabilir. Ancak, keresteden yapılmış bile olsa, böyle bir çatının incecik ayaklar tarafından taşınması bu tezin zayıf tarafıdır. Buna karşılık eldeki verilerle daha tatminkâr bir sonuca ulaşmak imkânsızdır.”

 

Dış mimarisi

Kilisenin dış mimarisi Palaiologos’lar devri yapı sanatına tam bir uygunluk göstermektedir. Aynen Fenârî İsa camiinde olduğu gibi burada da apsis çıkıntısı iki sıra düz ve yarım yuvarlak nişler ile hareketlendirilmiş, bu düzen güney cephede de devam ettirilmişti. Burada ayrıca alt nişlerin kemer aralarındaki üçgen satıhlarda çeşitli motiflere göre yerleştirilmiş, taş ve tuğladan her bir satıhtaki değişik bir bezeme dizisi meydana getirilmişti. Burada da vertikal hatların hâkimiyeti, muntazam taş ve tuğla şeritlerinin ve aralarındaki silmelerin horizontal hatları ile dengelenmişti.

 

 Tarihlendirme:

Kilisenin dış mimarîsinden dolayı Bizans’ın son devrinde yeniden inşa edildiği kesinlik kazanmaktadır. Ayrıca bunu destekleyen bir husus, 1903 senesinde İstanbul Arkeoloji Müzesine getirilen bu yapıya ait sütun başlıklarından bir kısmının isim, soyad ve ünvan gibi okunabilecek monogramlar ihtiva etmeleridir.

Bu monogramlar şu şekildedir okunmaktadır:

Alexios, Apokaukos, parakoimomenos, ktetor (kurucu)

Stamoulis ve Mordtmann aynı tipte iki sütun başlığından da söz etmektedirler. Bunların monogramları da şu şekilde çözülmüştür:

 

Ionnes, Theologos?

Buradaki Theologos çözümü doğru olarak kabul edilemez, çünkü monogramda yer alan “P” (Rho) harfinin çözümde bulunmaması bu hususu desteklemektedir. G. Mendel ve S. Eyirce de bu çözümü yeterli bulmamışlardır. Bu biri çözülemeyen monogramı ihtiva eden sütun başlıkları müzeye nakledilememiş ve kaybolmuştur.

Bunlardan başka G. Seure, Stamoulis koleksiyonunda yer alan üç monogramı da yayınlamıştır. Bu monogramlardan ikisi kolaylıkla çözümlenirken üçüncüsünün ise neyi ifade ettiği anlaşılamamıştır.

Bu monogramlar da şu şekildedir:

          Alexios     Dukas= ?

Bu monogramları ihtiva eden başlıklar da müzeye nakledilemeyerek kaybolmuşlardır. Ancak, bunlar Fatih camii harabelerinde değil, Ortodoks Başpiskoposluğu binasında bulunmuşlardı.

S. Eyice’nin ilk yazısında bütün bu hususlar göz önüne alınarak şu şekilde bir değerlendirme yapılmıştır:

  1. İstanbul Arkeoloji Müzesinde bulunan sütun başlıkları eskiden Epibates olan sonra adı Bigados şeklini alan bugünkü Selimpaşa’dan değil, Silivri’den gelmiştir. Onları Selimpaşa’dakilere benzetmek için hiçbir ipucu yoktur.
  2. Bu sütun başlıkları, 1903 senesinde müzeye gelinceye kadar Fatih camiinde bulunmaktaydılar.
  3. Başlıklardaki monogramlarda binanın kurucusunun ad ve soyadı ile ünvanı olan Alexios, Apokaukos, parakoimomenos ve ktetor ad ve terimleri yer alıyordu.
  4. Kilisenin patronu Aziz Ionnes Prodromos’a ait olabilecek iki monogramın ne olduklarını hâlâ bilinmiyor. Bunlardan birincisi: Ioannes olabilir, fakat ikincisinde: Theologos çözümünde dört harfi görmek imkânsızdır.
  5. Başpiskoposluk binasında bilinmeyen diğer sütun başlıkları muhafaza ediliyordu. Üstlerinde Alexios, Dukas ve sonuncusu anlaşılamayan isimlerin monogramları mevcuttu.”  S. Eyice, ayrıca “Alexios” ve “Apokaukos” çözümlerini doğru farzettiğimizde, Alexios Apokaukos’un bu kilisenin kurucusu veya en azından restore edicisi olduğunun aşağı yukarı kesinlik kazanacağını da belirtmiştir.

Alexios Apokaukos, 1321-1328 senelerinde “parakoimomenos” ünvanına sahip olmuştu. Sütun başlıklarındaki monogramlar içinde de teşhis edilen bu ünvan, böylece onun hayatıyla da uygun düşmektedir.

Alexios, yıkılmakta olan Bizans imparatorluğunun zayıflığından kendi menfaatleri doğrultusunda faydalanmış, entrikaları ve düşmanlarına karşı acımasızlığıyla Bizans tarihinde tanınmıştır. Bithynia doğumlu olup, II. Andronikos’un yeğeni ve Mora valisi Andronikos Asen (1316-1321)’in yanında eğitilmiştir. Kurnazca hazırlanan bir entrika ile kısa sürede çok zengin olmuştu. II. Andronikos (1282-1328) ile genç III. Andronikos (1328-1341)’un mücadelesine karışarak, iç savaşa paraca destek olmuştur. 1321’de cereyan eden bu iç savaştan dolayı “parakoimomenos” ünvanını elde etmiştir. Başta geçen III. Andronikos’un saltanatı sırasında sarayda etkin bir rol oynamış ve “Megadioiketes” (Megas Duks = Büyük Dük) ünvanını da almış, ayrıca imparatorluğun hazinesi ve malî yönetimi ona emanet edilmiştir. Kısa bir süre sonra adaların genel müdürü ve amiral olarak atanmıştır. Büyük bir ihtirası olduğundan daima tahta geçmek arzusunu içinde taşımış ve 1341’de III. Andronikos ölünce bunun için plânlar yapmıştır. V. Ioannes Palaiologos (1341-1391’u Epibates’de yaptırttığı kaleye kaçırarak zehirlemek istemiş ve VI. Ioannes Kantakuzenos (1347-1354)’a da müttefiklik teklif etmişse de bir netice alamamıştır. Kantakuzenos imparatorluğu ele geçirilince, Megas Duks Alexios Apokaukos ona düşman olmuştur ve bir terör rejimi kurarak devamlı imparatorla mücadele etmişse de neticede 1345 yılında, sarayın zindanlarına arttırdığı kurbanlarının elinde linç edilerek öldürülmüştür. Alexios Apokaukos, ayrıca çağdaşları tarafından içtenlikle olsun veya olmasın hekimlik dalındaki bilgileri Hippokrates’inkinden daha fazla olan bir âlim olarak da gösterilmiştir.

S. Eyice’nin belirttiği gibi, Selymbria (Silivri)’daki bu Bizans kilisesine ait sütun başlıklarının monogramları Alexios Apokaukos’un ünvanı veisimleriyle kolayca teşhis edilmektedir. Aleksios’un halk tarafından tutulmamasına rağmen katledildikten sonra nasıl olup da isminin unutulmadığı merak edilebilir. Ancak, bu linç etme olayından sonra katiller acımasızca cezalandırılmış ve resmi olarak da Alexios Apokaukos’un anısı silinmemiştir. Böylece burada Bizans’ın son devrine ait oldukça ilgi çekici bir kilise ile karşılaşmaktayız. S. Eyice’nin çalışmaları sayesinde kilisenin kurucusu, tarihi, dış mimarîsi ve bazı tahminlere dayanan plânı üzerinde kesin çözümlere ulaşmak içinse elde edilecek yeni bulgulara kesinlikle ihtiyaç vardır. Eldeki veriler, şimdiki halde hiç olmazsa eserin hatırasını yaşattıklarından önemlidirler ve son devir Bizans mimarîsi içinde ela alınması gereken ilginç bir örneği ortaya koymaktadırlar.

 

Diğer kalıntılar:

Alexios Apokaukos kilisesiyle ilgili birkaç kalıntıdan bahsedecek olursak, bunlardan birincisi eski resimlerde kilisenin içinde görülen bir lahittir. Mordtmann’a göre bu sarkofaj (lahit) kilisenin kurucusuna aitti. Lahit, S. Eyice tarafından kale parkında görülmüştü. 1982 Haziran’ında yapılan araştırmalarda da parkın içinde doğudaki duvarın dibinde durmaktaydı, ancak sadece bir cephesine ait kırık bir parça otlar arasında görülebilmekteydi. 1983 Mayıs’ında yapılan çalışmalar sırasında ise tanınmayacak bir hale gelmişti. Lahtin ölçüleri S. Eyice tarafından şu şekilde verilmişti: Uz., 2m.50; gen., 1m.20; kal., Om.11; yük., Om.80. Mevcut iki yüzünde çelenk süslemeleri yer almaktaydı (S. Eyice, Selymbria, 1964, lev.VII, res.12).

Bu lahtin tam bir benzerine Silivri elektrik santralından Gazitepe köyüne giderken 2 km. mesafede Akçaçeşme çayır içme suyu tesisleri mekviinde yol kenarında sağ tarafta otlar içinde rastlandı. Bu lahit, Türk devrinde yalak olarak -büyük bir ihtimalle Ali Bey mahallesindeki çeşmenin yalağı olarak kullanıldığından dört kenarı da sağlam kalmıştı. Lahtin üç yüzünde aynı stildeki çelenk süslemeleri bulunmaktadır. Bir tarafı çeşmeye dayandığından dolayı düzleştirilmiştir. Ölçüleri şu şekildedir: Uz., 2m. 43; gen., 1m.13; kal., ortalama 10 cm. civarında; Om.65. çelenk süslemeleri 2-3 cm. lik kabartmalar halindedir. Malzeme olarak beyaz mermer kullanılmıştır. Üzerinde suyun akması için açılmış oluklar mevcuttur.

Bu tipte çok sayıda lahit örneklerine rastlanmaktadır. İstanbul Arkeoloji Müzesinde de birkaç benzer örnek vardır. Pamphylia’daki Perge’de yapılan araştırmalarda diğer benzerleri ortaya çıkarmıştır. Bu lahitlerin üzerindeki süslemeler, Suriye ve Anadolu’da rastlanan öküz ve medusa başı ilave edilmiş ve Eros tarafından tutulan çelenklerden daha az yaygın değildir. Trakya’da Silivri’dekilerden başka, Edirne’deki Muradiye camiinin avlusunda da aynı tipte bir lahit bulunmaktadır. 1553’te de İstanbul’daki elçi Augier Ghislain de Busbecq’in yanındaki bir desinatör Filibe’deki diğer bir örneği çizmişti. S. Eyice de Trakya’da yaptığı araştırmaları sırasında Gelibolu-Tekirdağ yolu üzerindeki bir Türk çeşmesinde yalak olarak kullanılan bu tipteki diğer bir lahit örneğine rastlamıştır.

Alexios Apokaukos kilisesine ait bir korkuluk levhası parçası da Stamoulis koleksiyonunda yer almış ve G. Seure tarafından yayınlanmıştır. Sol alt köşesi kırık olan bu levha, altından kıvrık dallar çıkan bir haçla süslenmiştir.

 

Alexios Apokaukos kilisesi sarnıcı:

Kilisenin tam altında Bizans devrine ait büyük ölçüde bir sarnıç uzanmaktadır. Boyutları: Uz., 50 m 10; gen., 10m.20. Bu ölçümleri iç taraftan olmak üzere M. Birol İ. Alpay tarafından alınmış ve bu su haznesinin tam bir plânı çıkarılarak, S. Eyice tarafından Yayınlanmıştır.

Sarnıcın ve üzerindeki kilisenin inşa edildiği arazi meyilli olduğundan kiliseye düz bir platform hazırlamak gayesiyle kuzey tarafta büyük kesme taş bloklarından yapılmış duvar, aynı zamanda bu sarnıcın da kuzey duvarını teşkil etmiştir. Sarnıcın üzerindeki kilise daha küçük ölçülerde inşa edilmiş olup, kilisenin kuzey v güney duvarları bu sarnıcın iki yan duvarının oluşturduğu temel üzerinde yer almaktadır. Batıdaki giriş bölümü hariç toprak altında uzanan sarnıcın boyu 45 metredir. Sarnıcın batı taraftaki bölmelerini ana bölümden ayıran duvar orijinal olmayıp, yakın bir geçmişe aittir.

Sarnıcın batısındaki üstü yıkılmış ve enine uzanan dikdörtgen biçimindeki giriş bölümü iç kısma doğru meyilli olarak kemer halindeki dört açıklıkla bağlanmaktadır. Bu bölümün özelliklerinden, burasının kemer halindeki açıklıklardan su çekenler tarafından kullanılan kapalı bir mekân olduğu anlaşılmaktadır. Üstü beşik tonoz vasıtasıyla kapatılmıştı. Bu tonozun kalıntıları hâlâ fark edilebilmektedir. Dış görünüşü hakkında ise büyük ölçüdeki çökmeden dolayı bir şey söylemek imkânına sahip değiliz.

Sarnıç, dikdörtgen bir plâna sahip olup, itinalı bir şekilde ve ustaca inşa edilmiştir. Ortada dikine sıralanan -on adet- tuğladan örülmüş payeler, bunları birbiriyle ve duvarlara dayanmış payelerle birleştiren kemerler ile her bölümü örten kare ve yuvarlak tuğlalarla örülerek meydana getirilen beyzi kubbeler kalitesi ve göz alıcı bir işçiliği ortaya koymaktadır. Bilhassa kubbelerdeki içiçe geçmiş vaziyetteki yoğun tuğla işçiliği dikkat çekicidir. Payeler ve bunları birleştiren kemerler sayesinde meydana getirilen üstü kubbe ile örtülü bölümlerin sayısı, bir sırada 11 olmak üzere toplam 22’dir. Duvarlarda sarnıçtan su sızmasını engellemek için Bizans devrinde kullanılan karakteristik bir sıva görülmektedir.

Bu sarnıca benzer bir örnek olarak İstanbul’daki Pantokrator manastırının büyük sarnıcıdır. Onun da plânı aynı şekilde uzunlamasına gelişmektedir ve ön tarafta bir giriş bölümüne sahiptir, ancak kemerlerin sütunlar tarafından taşınmasıyla Apokaukos kilisesi sarnıcından ayrılmaktadır. Payeleriyle Apokaukos kilisesi sarnıca benzeyen tek örnek Manganes mahallesinde olan su haznesidir.