Silivri, Doğu Trakya’nın küçük bir şehri olup, İstanbul’un 55 km. batısındadır. 1922’ye kadar özel bir yönetime sahipti ve bir Metropolit’i vardı. Nüfusu 6000 olup, bunların yarısı Rum kökenliydi. Di­ğerleriyse Türkler, Ermeniler, Yahudiler ve çok az sayıda da Hıristiyan Çingenelerdi. Buranın sakinleri genellikle ticaret, tarım ve bağcılıkla uğraşıyorlardı. Ayrıca bağcılık, hayvancılık, sütçülük ve denizcilik bura sa­kinlerinin meslekleri arasındaydı. Silivri, ünlü olan yoğurdundan başka, İstanbul’a koyun, kuzu, üzüm, kavun ve karpuz da sa­tıyordu. Ayrıca Avrupa’ya çeşitli tarım ürün­leri ve tahıl ihraç ediliyordu. Özellikle Si­livri’nin irmiği ünlüydü.

Buranın Rum sakinlerinin, erkek ve kızlara ait olmak üzere komple bir ilkokulları vardı ve üç kiliseleri bulunuyordu. Birincisi Met­ropolitlik Kilisesi ki, Meryemana’nın Do­ğumu adına yaptırılmıştı. Burada mucizevi bir ikon, Aziz Agathonikos’un başı ve Azize Kseyni’nin kemikleri muhafaza ediliyordu. (Aziz Agathonikos 290 yılında Silivri’de öl­müştür) ikinci kilise Aziz Spiridon Kilisesi’dir ve Bizans sanatının kaliteli bir mimarlık ör­neğidir. Üçüncü kilise ise Paraporti denilen yerde, Meryemana’nın Ölümü yani Kinisis (Koimesis) denilen olaya atfen inşa edil­miştir.

Türklerin üç camisi vardı. Bunların en önemlisi Piri Paşa Camisi olup, bir de med­resesi vardı. Yahudilerin bir sinagog ile bir okulu ve Ermenilerin de Aya Yorgi adlı bir kiliseleri bulunuyordu.

Cumhuriyet döneminde bir kaymakamlık olan Silivri’nin 19 köyü vardı: Epivate (Bi­gados-Selimpaşa), Çanta (Çanta), Fanari (Fener), Kalavri (Gelevri-Yolçatı), Avren (Akören), Yapağcı (Alipaşa), Dağyenici (Bugün Çatalca’ya bağlı), Kurfalı, Kösdemir (Bugün Yolçatı yakınında çiftlik), Kurtulmuş (Çanta’nın kuzeybatısında terkedilmiş bir yer), Mikroseymeni (Küçük Seymen), Me­galokılıç (Büyük Kılıçlı), Mikrokılıç (Küçük Kılıçlı), Megaloçavuşlu (Büyük Çavuşlu), Mikroçavuşlu (Büyük çavuşlu yakınında ter­kedilmiş bir yer), Beceler (Beyciler), Bekirli, Sinekli ve Çukurçengel (Çorlu ilçesinde bir çiftlik). İlçenin tüm nüfusu 25.000 idi.

Silivri, 1912’de Çatalca Mutasarrıflığına bağlı bir ilçeydi. Yunan istilası sırasında, Temmuz 1920’de Tekirdağ Valiliği’ne bağ­landı. Bu durum 1922’nin Ekim ayına kadar sürdü. Bundan sonra Doğu Trakya yeniden Türklere geçti, Silivri’nin nüfusu azaldı. (Mübadele nedeniyle Silivri’nin Rum sa­kinleri Yunanistan’a gittiği için) Bu nüfus azalması Silivri’nin nahiye olmasına neden oldu.

Anlaşıldığına göre, Silivri’de Hıristiyanlık çok erken devirlerde yerleşmiştir, çünkü daha 4. yüzyılın başında burada bir pis­kopasa rastlıyoruz. Ayrıca Leon Sofos’un ‘Syntagmation’, yani riskorosluk de­recelerini gösteren kitabında Silivri bağımsız bir başpiskoposluk olarak geçmektedir.

Si­livri başpiskoposları arasında tarihe geçenler de vardır. Bunlardan biri, 1365-1367 ara­sında Silivri’de yaşayan Fietos’dur. Aziz Agathonikos’un hayatını ve ona övgüler yazan Ignatios Hortasmenos, Fietos hak­kında 1431’de şu övgüleri kaydediyor: ‘Çok sofu ve alim bir şahsiyetti, Bisarion’un iki ho­casından biriydi’. Tarihe geçen diğer bir kişide, 1816-1818 arasında Silivri’de baş­riskorosluk yapmış olan Paisos’tur.

Silivri Metropolitliği’ne bağlı olan köyler şunlardı: Epibate, Fanari, Heksastron (Çet­ros-Celaliye), Deliones (Ortaköy olabilir), Kadıköy, Avren, Mikroseymeni, Sinekli, Ko­lonio (?), Yali (Yalos-Kamiloba).

Arcadius

Silivri Metropoliti, Patrikhane’ye bağlı bütün metropolitlerin sıralamasında kır­kıncı sırada yer alıyordu ve ‘Hypertimos ke Eksarhos’ yani ‘Trakya sorumlusu’ unvanına sahipti.

Silivri’nin tarihine gelince: İ.Ö. 675’te, şehre adını veren Silis tarafından ku­rulmuş, Megaralılar’ın bir kolonisiydi. Si­livri’nin Grekçesi ‘Silibria’dır, ‘Bria’, ‘polis’ (şehir) anlamına gelir. Silibria ise ‘Silis’in Şehri’ anlamınadır. (Strabon, 7. kitap, 319) İ.Ö. 5. yüzyılda burada, Hipokrat’ın hocası olan ve tıbba jimnastikle tedaviyi sokan ire­dikos doğmuştur.

Silivri, önemli mevkii ve güçlü surlarıyla Grek tarihinde önemli bir yere sahipti. Eski Yunan ve Bizanslı yazarlar Silivri’den sık sık söz ederler. Örneğin Silivri İ.Ö. 410 yı­lında Alkibiades tarafından, içeride otu­ranların bir bölümünün ihaneti sonucu ele geçirilmişti. İ.Ö. 351’de şehir Atinacıların bağlaşığıydı ve ‘Hellespontuforos’ denilen (yani Çanakkale Boğazı vergisi) vergiyi 5 Talent olarak ödüyordu.

İ.Ö. 342’de Büyük İskender’in babası Philip tarafından ku­şatıldı. B. İskender’in ölümünden sonra Trakya krallığı Lysimachos’a geçti, daha sonra da şehir Romalıların oldu. İmparator Arkadius zamanında, İ.S. 383-408 yılları arasında şehir bir süre için Arkadius’un ka­rısı Evdoksia adını alarak ‘Evdoksiupolis’ adını taşıdı. Aynı adla Khalkedon (Kadıköy) Ökümenik (Evrensel) Konsili’nde de temsil edildi.

(İ.S. 451) Trakyalı bir dük olan Leon, 457 yılında Silivri’de Silivrililer tarafından Bizans imparatoru olarak ilan edildi. 479 yılında Ostrogotlar’ın kralı Teodorik Si­livri’yi yerle bir etti. 1082 yılında Aleksios, Venedikliler’e Silivri’de bir ticaret merkezi oluşturma izni verdi. 1261’de Mikhail Pa­leologos, imparator Basileus Bul­garoktonos’un (‘Bulgar Kıran’) kemiklerini Silivri’ye taşıttı ve burada bulunan Sotir (Kurtarıcı-Hz. İsa) Manastırına yerleştirdi. Daha sonra kendisi de buraya gömüldü.

1346’da Kantakuzenos, Silivri’nin biraz dı­şında, düzlük bir yerde kızı ile Osmanlı Sultanı Orhan’ın düğününü yaptı ve buraya bir saray inşa ettirdi.

Bizans’ın son yıllarında Silivri, bir Des­potluk olarak imparatorluk ailesinin bazı üyelerine veriliyordu. Bu despotlar 1357’de Johannes Paleologos, 1390’da Andronikos Paleologos, 1443’te Teodoros Paleologos ve 1448’de Dimitrios Paleologos, buranın sahipleriydiler.

Bizans döneminde Silivri, şehir olarak Trakya’nın uğradığı tüm felaketlerden pa­yına düşeni almış, Bizanslıların barbar ka­vimlere karşı savaşımı sonucu büyük za­rarlara uğramış, ancak 1453 yılına kadar Bizans’ın Trakya’da sağlam bir kalesi ve merkezi olarak yerini korumayı başarmıştır. Osmanlı döneminde Silivri, tarihi kayıtlarda pek görülmez. Yüksek surları terkedilmiş, yıkılmış ve ancak surların kuzey ve do­ğusunda bir bölüm kalmıştır. (1915’e kadar) Cumhuriyet döneminde Büyükçekmece­ Silivri-Çorlu yolu yapılırken surların taşları bu yol yapımında kullanıldı.

Bu surların ne zaman yapıldığı bilinmiyor. Prokopius, ‘Elektizmaton’ (Yapılara Dair) adlı eserinde (cilt 3, sayfa 298), Jüstinyen’in Silivri surlarını tamir ettirdiğini yazar. İm­parator Leon zamanında Bulgar Hanı Krum bu surların bir bölümünü yıktırmıştır. 855 yılında, Krum’un yıktırdığı bölüm yeniden yaptırılmıştır. Bu onarım, kuzey kapısında bulunan bir yazıttan anlaşıldığına göre, Mikhail, Teodora ve Tekla tarafından ger­çekleştirilmiştir.

Türk-Rus savaşı (1878’de ’93 Harbi’ de­nilen savaş) sırasında Ruslar Silivri’yi işgal ederek burada 9 ay kalmışlardır. 1912’de Bulgarların işgali altına alınan Si­livri, 1913 Haziran’ında geri alınmıştır. Sevr Anlaşması’na göre de Silivri, 1920 yılı Tem­muz ayında Yunanlılara bırakılıyor ve Yu­nanlılar Ekim 1922’ye kadar burada ka­lıyorlar. Küçük Asya yenilgisi (Yunanlılar Türk Kurtuluş Savaşı’na bu adı veriyorlar.) ardından gerçekleştirilen Mudanya Protokolü sonucu Türkler Silivri’yi kesin olarak alıyorlar. Bu karar neticesinde Si­livri’nin Rum sakinleri Yunanistan’a göç ederek, özellikle Kavala ve Selanik şe­hirlerine yerleşiyorlar. (Mübadele sonucu, oradaki Türkler de Türkiye’ye geliyorlar.)

Silivri’de hiçbir zaman arkeolojik kazı ya­pılmamıştır. Ancak rastlantı eseri olarak A. Stamoulis tarafından bazı parçalar bu­lunmuştur. Bu kişi uzun süre bu konu üze­rinde çalışmış, Yunan, Roma ve Bizans pa­ralarının koleksiyonunu yapmıştır.

Ayrıca taş yazıtlar, küçük heykelcikler, mezar stel­leri, Bizans kurşun mühürleri, yazılar, çok ender rastlanan bir sanat eseri olan küçük bir bronz kadın başı gibi parçalar top­lamıştır. (Bu kişi Silivri’de bir un fabrikası olan Rum zenginlerindendi. Topladığı eser­leri yayınlayıp koruyarak Silivri tarihine hiz­met etmiştir.)

Stamoulis, Yunanistan’a giderken taş eserleri Silivri’ye bırakıp, di­ğerlerini Yunanistan’a götürmüştür. Bunlar günümüzde Atina Arkeoloji Müzesi’nde ko­runmaktadır. Kurşun mühürler K. Kos­tandopulos tarafından 1930’da ‘Bizans Kur­şun Mühürleri’ adı altında yayınlanmıştır. Sikkeler gümüş olup, bu küçük sikkelerin bir yanında horoz, diğer yanında bir haç (svastika), daha doğrusu dörde bölünmüş bir kare vardır. Başka tür bir paradaysa, bir yüzünde horoz, öbür yüzünde bir buğday başağı, bu başağın solundaysa SA=SA, sa­ğında Li=IU harfleri görülmektedir. SALİ sözcüğüyle (SAlU) Silivri’nin kurucusunun adı simgelenmektedir.

Silivri’deki Aya Spiridon Kilisesi 6. yüz­yılda yapılmıştır. Silivri Metropolitliği, Ereğ­li Metropolithanesi’nden birkaç yıl sonra kurulmuş, Başpiskoposluk olup 10. yüz­yılda Metropolitliğe yükseltilmiştir. Silivri Metropoliti’nin Hipertimon Cherşeyin üs­tünde’) unvanı vardı.

Şehri çevreleyen sura Bizanslılar Sarkon (Kofrilyon kon sarkon) yani ‘Torbalar Kalesi’ derlerdi.

Her yıl 8 Eylül’de burada bir panayır ya­pılır, bu panayıra birçok yerden gelinirdi.”