Milattan sonra 5. YY’da, İstanbul’un en parlak dönemlerinden birinde, kentin zenginleri bugün de olduğu gibi özellikle yaz aylarında surların dışında, görkemli ve çok güzel donatılmış saray ve köşklerde yaşıyorlardı. Bunların bir bölümü kent surlarından oldukça uzakta, diğerleri de deniz kıyısında bulunuyordu. İmparatorların da gerek Kozmidion (Eyüp) ve gerekse Marmara tarafında birçok sarayları vardı. Ayrıca surların dışında bazı ünlü kilise ve manastırlar da bulunmaktaydı.
İmparatorluğun Tuna sınırları, Ostrogotların geçişinden sonra, bu kez de Bulgarlar, Getler ve İskitlerce saldırıya uğrayarak yakılıp yıkılmıştı. 5. yüzyılın başında imparatorluğun kuzey sınırlarını, Türk ırkından olan Bulgarlar ele geçirmişlerdi. Bunlar imparatorluk toprakları içerilerine değin akınlar yapıyorlarsa da yerleşmiyorlar, çapulculuk yaparak yeterince ganimet topladıktan sonra yine yerlerine dönüyorlardı.
Doğu Roma (Bizans) imparatoru 1. Anastasios, İstanbul çevresini bu çapulcu akınlarından korumak için bugün de kendi adıyla anılan surları yaptırmıştı. Surlar üzerine tarihi bilgi çok azdır. Bizans yazarları bile bu surlardan pek az söz ederler. Zonares, tarihinde bu surun Marmara kıyısındaki ucunun Silivri’de olduğunu yazmakla yetinir.
Prokopiu (6. yüzyıl) şöyle yazıyordu: “İstanbul çevresi o zamanlar son derece güzel yapılmış ve şahane süslenmiş yazlıklarla kaplıydı. Barbarlar bazen ani olarak saldırıyor ve bütün bunları yağma ediyor, ardından geri çekiliyorlardı. İmparator Anastasios bunlara karşı bir set oluşturmak için İstanbul’dan 40 mil uzaklıkta, iki günlük mesafe uzunluğunda bir sur yaptırdı. Surun bir ucu Karadeniz’de, bir ucu da Marmara’daydı. Böylelikle İstanbul yakınındaki toprakların ve yazlıkların güvencesini sağladığını sanıyordu. Sur çok uzundu ve acele yapıldığından çok sağlam değildi. Bunu korumak için çok. Asker kullanılması gerekiyordu. Düşman her zaman surun bir bölümüne saldırıyor, bu bölümü ele geçirdikten sonra diğer yanı da alıyordu.”
6. Yüzyıl kilise tarihçilerinden E. Sholasticas suru şöyle tanımlıyordu: II imparator Anastasios Trakya’nın uygun bir yerinde son derece büyük ve dikkat çekici, “Uzun” denilen bir sur yaptırdı. Suru İstanbul’dan 280 stad’dan (53,5 km) fazla uzaklıktaydı. İki denizi dar bir geçit gibi kaplıyor ve 420 stadın bir alan ile, aslında bir yarımada konumunda bulunan kenti bir adaya çeviriyordu. Bu surları Karadeniz kıyılarından gelen Barbarlarla, Maiotis Gölü’nden gelen Kalhosluları ve Kafkas dağlan kuzeyinden gelerek Avrupa’ya yayılmış olan diğer Barbarlar durdurmaya yanıyordu.
7. Yüzyıl başında yazılmış bir Hıristiyan tarihi olan “Pashalion Hronikon’da” Bu yılda (512) Uzun Sur yaptırıldı. Adı Anasthasiakon Tichos’dur denilmektedir.
7. Yüzyılda yaşamış büyük bir Bizanslı sözlük yazarı olan Suidas, Lexikon’unda “Tichos makron” (Büyük Sur) maddesinde şöyle bir tanımda bulunur: II. İmparator Anasthasius şehirden 60 mil uzaklıkta büyük bir sur yaptırdı. Kuzey denizinden güneye doğru uzandı. Uzunluğu 50 mil, genişliği 8 adımdır. II 1550’de İstanbul’u ziyaret etmiş olan Petrus Cyllius: İstanbul çevresi, iki günlük yol uzunluğunda olan uzun surlarla kaplanmıştı. Bunlar, Karadeniz/den Marmara kıyısındaki Silivri’ye kadar uzanırdı. Şehirden 40.000 adım uzaklıkta olup 20 Roma adımı genişliğindeydiler. Bunları imparator Anasthasius, Bulgar ve İskitlerin saldırılarını önlemek için yaptırmıştı.” der.
Evliya Çelebi ise, eski İstanbul Surları’nın bir köşesi, Karadeniz kıyısında Termos kalesi için: “Silivri ile Termos kalesinin arası onbir saat olup oradan Silivri Kalesine gelinceye kadar yedi kat kale duvarı ve yedi kat hendek hisarı bir yer görülür. “Diyerek bu surdan biraz abartıyla söz eder.
Prokopios’a göre, İmparator Jüstinianos, Silivri’nin yıkılmış surlarını tamir ettirmiştir. Yazma Cihannünıa’da okunduğuna göre, Karadeniz’e ulaşan uzun sur, şehrin üç mil uzağından başlardı. İmparator Anastas’in yapmış olduğu bu surun inşası, bazı yazarlara göre Imparator Teodos’un zamanında bitmiştir. Evagrios, Rumcada “Makron dikhos” (Uzun sur) denilen bu surun İstanbul’un 40 mil uzağında olduğunu, Prokopios da onun, aralarında iki günlük mesafe bulunan iki denizi birleştirdiğini söylerler.
Adı geçen sur, Marmara ve Karadeniz ile çevrili olup, bir yarımada vaziyetinde olan Trakya’nın bu mahmur kısmını barbar kavimlerin saldırılarına karşı korumak için yapılmıştı. Surun uzunluğuna göre yeteri kadar asker bulunmadığı için İmparator Justinianos surun yıkık kısımlarını tamir ederken birçok yerleri tahkim etmiş, kuleden kuleye geçiş yolları kapatmış olup, koruyucular düşman saldırılarını kolayca tard edebiliyorlardı. Suidas’a göre, surun genişliği 80 kadem, uzunluğu da 60 mil idi. Nikeforos’un dediğine göre, sur çakıl taşı ile yapılmış ve o kadar heybetliydi ki bir dağ manzarasını meydana getiriyordu. Manuel Khrisoloras da: “Sur yalnız Makron dikhos” (uzun sur) değil, aynı zamanda haklı olarak “Yüksek” diye vasıflandırılmalıdır” der. Aynı surun bugün yalnızca yer yer toprağa gömülmüş parçaları mevcuttur.
Trakya’ya inen akınları durdurmak için inşa ettirilen bu sur, İmparatora izafeten “Anastasios Suru” ya da “Uzun Duvar” namıyla tanınmış ve kendi devrinde genellikle “to makron teikhos” veya çoğul olarak “ta makra teikhe” şeklinde adlandırılmıştır. Kendisinden beklenen görevi pek yerine getiremeyen bu müdafaa hattının tarihlendirilmesi hususunda da bir birlik sağlanamamıştır. İstanbul’un takriben 65 km. batısındaki bu Uzun Sur, Selymbria’yı da içine alarak Marmara Denizi’nden Karadeniz sahilindeki Evcik İskelesi’ne kadar 45 km’lik bir güzergâh boyunca uzanır.
Prokopios, Buildings (Loeb baskısı), 4, 9’da surun inşası imparator Anastasios’a (491-518) mal edilmiştir. Buna karşılık, surun 469 ve 478 de mevcut olduğunu gösteren kaynaklar da vardır. İnşaatın 497 senesine ait olduğu da iddia edilmiştir; Chronicon Paschale (Bonn baskısı), s.610’da ise 512 senesi verilmiştir. C. Schuchhardt, Die Anastasius-Mauer, s.107’de surların Anastasios devrinde yaptırıldığı kabul edilmiştir. R.M. Harrison, The Long Wall, s.33-34’te Anastasios devrinde yapılan çalışmanın bir yeniden inşa olduğu belirtilmiştir. Gerçekten de bu devirde büyük bir inşaatın söz konusu olduğu kesindir. Suidas, Lexicon, Oxonii 1854, II, süt.3540; Euagrios (yay. J. Bides-L. Parmentier), London 1898; Zonaras ise tarihinde surun bir ucunun Silivri’de olduğunu kaydetmekle yetinmiştir; bu muazzam müdafaa hattının akınları durduramadığı cereyan eden tarihi hadiselerden anlaşılmaktadır. S. Eyice, Edirne, s.42; A.M. Mansel, Trakya, s.45; F. Dirimtekin, Anasthase Surları, s.4. Zaten, bu kadar uzun bir hattı askerle donatabilmenin güç olduğundan bahsetmektedir.
Bugün, surdan geriye kalan parçalar oldukça harap vaziyette bazı yerlerde temel kalıntıları halinde ve bazı kesimlerde temel taşlarının sökülmesiyle meydana gelmiş bir izden ibaret- olup, kimi yerlerdeki bakiyeler üzerlerini örten sık çalılıklardan dolayı fark edilmemektedir. Surun kalınlığı 3m 30 ilâ 3m 75 arasında olup, ön tarafta devamlı bir hendek kazılmamıştır.
Surun batı cephesinde 10 m kadar dışarı taşan yuvarlak kulelere sahip olduğu, kapıların arkasında genellikle 20 x 30 m boyutlarında avlular olduğu ve bunların köşelerinde kuleleri bulunduğu; doğu cephesinde ise bazı mahallerde etrafları ayrıca sur ile çevrilmiş, tehlikeli noktalara ya da kulelerin muhafazasına sevk edilecek kuvvetleri barındırmaya mahsus büyük ordugâhlar mevcut olduğu vaktiyle yapılan incelemelerden dolayı bilinmektedir.
N. Fıratlı tarafından belirtildiği gibi, Anastasios Suru’nun az tanınmasının sebebi, Trakya Bölgesi’nin turistik ve arkeolojik açıdan yeterince değerlendirilememiş olmasıdır ki bu ilgi azlığına bölgenin yakın zamana kadar “birinci askeri yasak bölge” sayılmasının yol açtığı söylenebilir.
Anastasios Suru zaman zaman bazı gezginlerin dikkatini çekmiştir. Bunlardan biri olan seyyah Gyllius, 16. Yy’da surdan şöyle bahsetmiştir:
“İstanbul civarındaki bölgeler ve tarlalar şehirden iki günlük mesafedeki uzun surlarla çevrilmişti. Bunlar, İmparator Anastasios tarafından Bulgar ve İskit hücumlarına karşı şehri korumak amacıyla Karadeniz’den Marmara Denizine varacak şekilde inşa ettirilmiş olup, şehirden kırk bin adım uzaklıkta ve yirmi Roma adımı genişliğindeydiler. Bu sur sık sık barbarların hücumuna uğramış ve yağmalanmıştır. Ancaka Justinianos tarafından tamir ettirilerek müdafaa avantajlarından istifade edilmek istenmiştir.” 1651’de Evliya Çelebi: “Silivri ile Terkos kalesinin arası onbir saat olup, oradan Silivri kalesine gelinceye kadar yedi kat kale duvarı, yedi kat hendek hisar nice bin yerlerde burç ve barolarıyla görünür” diyerek abartmalı bir şekilde bu suru anlatır. 1686’da Silivri’ye gelen Coppin de şu bilgileri verir: “Şehrin dışındaki kırsal alanlarda eğlence evleri, güzel bahçeler görülür. İmparator Anastas (I. Anastasios 491–518)’ın yaptırdığı uzun duvarların harabelerine rastlanır. Bu duvarlar barbar akınlarını durdurmak için Silivri’den Karadeniz’e kadar yaptırılmıştı. Kırk mil kadar uzunluktaydı.” Bu surun ilk defa Anastasios tarafından yaptırıldığı yolundaki yanlış bilgiyle çok sık karşılaşılır. Aslında bu sur daha evvel de mevcuttu. Anastasios ise yeni baştan inşa ettirmişti.
Seyyah Lechevalier de 19. yy. başında yayınlanan kitabında bu suru hemen hemen aynı şekilde anlatmıştı:
“Silivri’den biraz ilerde, yer yer İstanbulluların şehirlerini barbar akınlarından korumak için yaptırdıkları uzun Macron-Teichos surunun (Anastasios Suru) kalıntılarını gördüm. Bu uzun duvar Silivri’den Karadeniz’e kadar (Meletio Geographia, s.422’ye nazaran) 420 devir uzunluğundaydı.”
Daha sonra Silivri’yi ziyaret eden seyyah Comte Andreossy, 1818’de yayınlanan hatıraları arasında bu sura da yer vermişti:
“…Silivri, Marmara’dan Karadeniz’e kadar uzanan ve Anastasios’dan beri Yunan imparatorluğunun sınırlarını teşkil etmiş olan uzun surun hep ileri karakolu olmuştu. Bu surlarla sınırlanan imparatorluk tüm yarımadayı kaplamaktaydı, dış tarafta ise barbarların kol gezdiği alanlar vardı.”
Bu seyyahlardan sonra, Anastasios Suru üzerinde bir takım ilmi çalışmalar yapılmıştır. C. Schuchhardt tarafından bir araştırma yapılarak 1901’de yayınlanmıştır. Bundan sonra ise P.N. Oreşkov, yaptığı araştırmalar arasında bu sura da yer vermiştir.
1938 senesinde yayınlanan eserinde, A.M. Mansel bu sura ilişkin yaptığı araştırmalardan da bahsetmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise F. Dirimtekin tarafından sur tetkik edilmiştir. Bundan sonra, yıllarca bu konu ele alınmamış ve zaten harabeye dönüşmüş durumdaki kalıntılar kaderlerine terk edilmiştir.
Daha sonra ise, İstanbul’daki Saraçhane kazılarıyla tanınan İngiliz araştırmacı R.M. Harrison, suru tekrar inceleyerek, etraflı çalışmaların acil bir ihtiyaç haline geldiğini ifade etmiştir.
1979 yılında surun arkeolojik ve turistik değerine işaret etmek maksadıyla Nezih Fıratlı’nın yapmış olduğu kısa bir tanıtıcı çalışmaya rastlıyoruz. N. Fıratlı, R.M. Harrison’un bu surun meşhur “Çin Seddi” veya İngiltere’deki “Hadrianus Duvarı” ile aynı önemde olduğunu belirttiğini naklettikten sonra, İkinci Dünya Savaşında Trakya’da bir müdafaa hattı düşünüldüğünde, o zaman Genel Kurmay Başkanımız olan Mareşal Fevzi Çakmak tarafından bu duvarlardan tamir ettirilmek suretiyle istifade edilmek istendiği yolunda bir söylentinin var olduğundan da bahsetmiştir.
En son olarak da J.G. Crow’un bu surlarla ilgili çalışmaları 1995’te yayınlanmıştır.
Surların Güzergâhı:
Anastasios Surları Karadeniz kıyısında Avcık (Evcik) iskelesinden başlar, 500 m kadar doğu ya doğru ilerledikten sonra buradan güneybatıya dönerek Hisartepe’ye gelir. Surlar bundan sonra sürekli olarak su bölümü çizgisini izleyerek doğuya döner. 500 m kadar bu yönde ilerledikten sonra güneye döner ve Karacaköy’ün 2 km. kuzeybatısındaki Karakaçan tepeler Maltepe’den geçer.
Karacaköy’e doğru bir girinti oluşturup köyün batısından geçerek, Balçıkdere, Karacaköy derelerini aşar. Balçıkdere ile Hamzaderesi arasındaki bölüm yıkılmış durumdadır. Buraya kadar olan yerlerde surun toprak üzerinde kalan 2-2,5 m yükseklikteki bölümleri görülebilmektedir. Hamzaderesini aşan surlar güneybatıya doğru bu dereye paralel olarak Giyik Harmantepe hizalarına kadar sürer.
Buradan güneye ve sonra güneydoğuya dönen surlar Küçük Kuşkaya tepesine gelir. Bu tepenin 500 m güneyinde surlar batıya ve yeniden güneye döner ve Hırsıztepe’ye kadar, 1. Dünya Savaşı seferberliğinde yapılmış olan Kabakça-Karacaköy yolunun hemen batısından yolun 10-20 m uzağından, bu yola paralel olarak ilerler. Hırsıztepe’den sonra Kurfallı-Gümüşpınar yoluna paralel, bu yolun batısından güneye doğru uzanır.
Surlar, Hırsıztepe’yi az geçtikten sonra toprak üzerinde, taş ve topraktan oluşma bir kabartı durumunda görülür. Daha sonra surların izleri, yakın köylerin yapılarında kullanılmak için taşları çıkarılmış, temel kırıntılarından ibaret kalır. Sur, Istıranca asfaltını Pınarca Köyü yol kavşağında keser, Pınarca köyü yoluna paralel olarak ilerler. Burada toprak üzerinde yer yer 1 m kadar yüksekliği bulan taş yığınlarına ve burada bir sur olduğuna işaret eden belirtilere rastlanır.
Daha sonra surlar Kurfallı köyünün içinden geçer, ardından Silivri-Kurfallı yolunu doğuda bırakarak Çilingirtepe’ye gelir. Bu bölümde surlar, dikkatli bakıldığında toprak üzerinde ayır elde edilebilecek bir kabartı biçimindedir. Sur, Çilingirtepe’den sonra Kurfallı-Fener yolunu izler ve bu yolu hemen doğuda bırakarak Fener Köyü’nün batı sınırından Fener Alipaşa yolunu izleyerek Kılıçlı sapağına kadar gelir. Alipaşa Köyü’nü doğuda bırakarak Parpattepe üzerinden Sancaktepe’ye gelir ve Karınca Burnu’nda Marmara Kıyısı’nda sona erer. Bugün KurfallıKöyü’nden sonra Marmara’ya kadar olan bölümde surun yer üzerinde hiçbir izine rastlanmaz.
Surlar, gerek Karacabey tarafında ve gerekse Kuşkaya güneyindeki kapı yerinde, toprak düzeyine inmiştir. Surların ilk zamanlarındaki durumuna ait bir yükseklik, ancak Arabacı Kapısı denilen yerde görülmektedir. Burada nasılsa korunmuş olan 30 m.lik bir sur bölümü 5 m.den fazla bir yüksekliktedir. Bu sur bölümü üzerinde, yapıldığı zamanki durumunu korumuş parçalar bulunmaktadır. Buradaki surların yüksekliği bugünkü toprak düzeyinde 5.25 m. ve kemer üzerindeki genişlik 3.15 m.dir. Yunan Ansiklopedisi surların o zamanki toprak düzeyinden 5,82 m yüksek olduğunu yazar. Surların bugünkü yüksekliği Büyük Bedesten ile Hırsıztepe arasında ortalama 2 mi’dir. Bazı yerlerde 1,5 m.ye iner, 2,5 m.ye kadar yükselen bölümleri de vardır.
Tahkimatın (güçlendirilmiş savunma duvarlarının) biçimi, Hırsıztepe güneyinde ve demiryolunun geçtiği vadinin iki yanında burçlarla güçlendirilmiş bir surdan, kalelerden, sağlamlaştırılmış kapılardan ve surun hemen gerisinde yapılmış ordugâh yerlerinden oluşmaktadır. Bugün Hırsıztepe kuzeyinde hiçbir burç görülmemektedir. Fakat 1898’de demiryolunun kuzeyinde Karanlık Ayazma ile Çilingirtepe güneyi arasında 10’dan fazla burç saptanmıştır. Bunlar dışarı taşkın durumda yarım daire biçiminde yapılmışlardı. En büyüğü Çilingirtepe üzerinde ve yarıçapı 10 m olan burçtu.
Küçük Kuşkaya’nın güneyinde “Büyük Bedesten” denilen ikinci bir kapı, demiryolunun güneyinde, Fener’in 3 km. güneyinde ve surun Marmara ile birleştiği yerin hemen doğusunda birer ordugâh yeri bulunmaktadır.
Surların Genişliği:
Yunan ansiklopedisi ve Suidas’taki 8 adım ya da 20 kadem abartılmıştır. Schuchardt 1898’de yaptığı araştırmada Kurfallı’nın 3 km. kuzeyinde 3,75 m ve Kurfallı’nın 8 km. kuzeyinde Katran kapı da 2,62 m olarak saptamıştır. Gümüşpınar’ın doğusunda duvarın kalınlığı 2.50 m.’dir. Bu da sur kalınlığının her yerde aynı olmadığını, bölgenin önemine göre değiştiğini göstermektedir.
Surların Uzunluğu:
Evagrius’a göre 280420 stad (53-80 km.), Suidas’a göre 50-60 mil (75-95 km), Yunan Ansiklopedisi’ne göre iki günlük yürüyüş mesafesi, esası ise 52 km.dir.
Anastasios Suru’nun Özellikleri:
Bu inşaat için bölgede mevcut malzemeden yararlanılmış, surun iç ve dış cephelerinde küfeki taşı ya da kum taşından bir örgü meydana getirilerek, arada kalan boşluk harç ile karıştırılmış moloz taşlarla doldurulmuştur. Kesme taşlarının ebatları yaklaşık 48×58 veya 30×45 cm. olarak ölçülmüştür. Surun yapımında alelacele bir inşaat yapımı dikkati çeker. Harç olarak horasanlı harcı (Bizans) kullanılmıştır.
Surun üzerinde bir seyirdim yolu ve kalkan siperleri bulunmaktaydı. Kuleler, kare, dikdörtgen, altıgen, daire ve yarım daire gibi muhtelif plânlara sahiptirler. Surun Dervişkapı denilen mevkiinde yerlilerin Büyük ve Küçük Bedesten diye tabir ettikleri ordugâhlar olup, bunlar surun hemen gerisinde yer alırlar. Kalelere ve tahkim edilmiş kapı tesislerine de rastlanır. Sur üzerinde birçok gözetleme yeri bulunmaktadır. Ancak bunlar çok harap vaziyette olup, çoğu da ortadan kalkmıştır. Surun en iyi durumda kaldığı Dervişkapı mevkiinde duvarın eni, 3.30m. ve yüksekliği 5.00–5.50m. olarak ölçülmüştür.
C. Schuchhardt, Karanlık ayazmada yarım daire şeklindeki bir kulede 0m.04 kalınlığında tuğlalar gördüğünü bildirmişse de daha sonra bu burcun tahrip olmasıyla bunlar da yok olmuş ve dolayısıyla bu surlarda tuğla ile ilgili tespitler yapmak imkânı kalmamıştır.
Tahkim edilmiş kapı tesislerinden büyük olanı 31×57 metre ölçülerinde dikdörtgen plâna sahipti ve kapı bu dörtgenin tam ekseninde değil, biraz yana kaymış vaziyetteydi. Bu kapı tesisi 1948’lerde yok olmak üzere bulunmaktaydı ve sur, taş ocağı olma görevini sürdürdüğüne göre şimdi buralarda bir ize rastlamak imkânsızdır.
Küçük ölçüdeki diğer kapı tesisi, Küçük Kuşkaya’nın güneyinde yer alan büyük kapı tesisinin 3 km. kadar güneyinde bulunmaktaydı ve şoseye yakın olduğundan daha fazla tahrip edilmişti.
Surlardaki diğer kapılar genellikle 2m. genişliğindeydi. 1948’lere kadar yıkılmadan gelebilmiş kuzey kesimde, Arabacı kapısı, Kör kapı, Derviş kapı, Suvat kapısı, Katran kapı gibi adlarla anılan giriş yerleri bulunmaktaydı. Bu kapılar, yol inşaatları sırasında yıkılmışlardır.
Alman araştırmacı Schuchhardt’ın araştırma yaptığı 1898 senelerinde Karadeniz’e yakın Karacaköy’de büyük ölçülerde (250×300 m.) bir “castrum”a (ordugâh) rastlanmıştı.
Bütün civardaki köylerin taş ihtiyacı bu surdan karşılanmış ve bazen temel taşları dahi sökülerek kullanılmıştır. Kurfallı köyünün kuruluşu tamamen bu surdan elde edilen malzeme sayesinde gerçekleştirilmiştir. Bundan başka bölgedeki yol inşaatlarında da malzeme olan bu surun güney kesimi tamamen ortadan kalkmıştır. Karadeniz’e yakın kısımlarda kalan bazı parçaların da kısa zamanda tamamen ortadan kalkacağı ve bu suru bulabilmek için temel izlerini aramak gerekeceği anlaşılmaktadır. Anastasios Suru’nu ana hatlarıyla şöyle değerlendiriyoruz:
– Surun imparator I. Leon (457–474) ve Zenon devrinde (476–491) mevcut olduğunu gösteren kaynaklar bulunmasına rağmen Anastasios Suru olarak adlandırılması 507-512 yılları arasında gerçekleştirilen büyük inşaat sebebiyledir ve bu sırada surun yeni baştan yapıldğı tahmin edilmektedir.
— Eski kaynaklarda surun sık sık adının geçmemesinden dolayı büyük bir görev yüklenmediğini anlıyoruz. Bunun sebebi ise suru savunabilmek için çok sayıda askere ihtiyaç olmasıydı. Bu hususu Prokopios şu şekilde dile getirmişti: “Sur çok uzundu ve acele yapıldığından pek sağlam değildi. Bunu müdafaa etmek için çok asker kullanmak gerekiyordu. Düşman daima surun bir kısmına hücum ediyor ve bunu zapt ettikten sonra diğer tarafı da alıyordu.” Tarihî olaylardan bu surun İstanbul’u kuşatmaya gelen büyük kavimler tarafından kolayca aşıldığını izlemekteyiz. Dolayısıyla sur kendinden beklenen görevi yapamamıştı.
— Ancak, surun şehri korumak dışında başka görevleri de vardı. Bunlardan biri, şehre dışarıdan su getiren tesisleri ve su kaynaklarını korumaktı. Diğer bir görevi ise şehrin ihtiyacını karşılayan geniş tarım arazisini kontrol altında bulundurarak, saldırı ve yağmaların önüne geçmekti. Bu hususlarda da surun pek etkili olduğu söylenemez. Bizans devrinde bu sur zaman zaman tamir ettirilmişti. İmparator II. Iustinianos (565–578), sur garnizonunun emniyetini sağlamak için bir kuleden diğerine geçit veren kapıları kapattırmış ve her kulenin altına bir kapı yaptırmıştı. Bu kapılar kapanınca garnizon emniyette oluyordu. İmparator ayrıca Selymbria ve Perinthos’u da tahkim ettirerek surların müdafaa kabiliyetini arttırmak istemişti. XI. yüzyıldan sonra tarihi kayıtlarda anılmaması da bu surun artık kendi haline terk edildiğini gösterir.
— Anastasios Suru, sanat tarihinde “Limes surları” olarak adlandırılan bir grup içinde incelenmektedir. Bu tarzda inşa edilen surlar, büyük kavimlerin akınlarından geniş bir sahayı ya da eyaleti korumak üzere bir set meydana getirirler. İngiltere’deki Roma devrindeki akınları durdurabilmek amacıyla imparator Hadrianus (117–138) tarafından inşa edilen sur da bu tiptedir ve Anastasios Suru ile bu sur arasındaki benzerliğe Richard M. Harrison tarafından da işaret edilmiştir. Diğer bir örnek ise, Romanya’da imparator Traianus tarafından yine Roma devrinde yaptırılan Dolmea surudur. Ayrıca, meşhur Çin Seddi de aynı amaç için yaptırılmış olup, bu grupta yer alan askerî mimari örneklerdendir.
— Böylece Anastasios Suru ile Roma geleneğinin yaşatıldığına tanık oluyoruz. Surun, Karacaköy yakınında 1898’deki araştırmaları sırasında C. Schuchhardt tarafından görülen 250×300 metre ebatındaki dikdörtgen bir plâna sahip “castrum”u da bu konuda tipik bir örnektir. Roma imparatorluğu devrinde, tehlikeli bölgelerde ve sınır boylarında çok sayıda böyle “castrum”lar inşa ettirilmişti. Bu castrumlar muntazam kare ya da dikdörtgen biçiminde tahkimatlardır ve bir veya daha fazla kapıya sahip bulunabilirler, içlerinde ise garnizonun barınması için gerekli çeşitli tesisler mevcut olur. Bunlara güzel bir örnek olarak Edirne’deki “castrum”u vermek mümkündür.
XI. YY. dan beri kaderine terk edilmiş olan Anastasios Suru, depremlerle ve daha sonra köy ve yol yapımında malzeme olarak kullanılması suretiyle günümüze bazı kalıntılar halinde gelebilmiş ve tamamen yok olmasına az bir zaman kalmıştır.
Karacaköy yakınında bulunan bir yazıtta bu surların imparator 8. Konstantin ve 2. Basileios (976-1025) zamanında onarıldığı belirtilmektedir. Böylelikle 10. yüzyılda ve 11. yüzyıl başlarında bu surlara önem verildiği ve onarıldığı anlaşılmaktadır.
Bundan sonra tarihçiler Anastasios Suru’ndan hiç söz etmiyorlar. Ne 11. yüzyıl sonlarında Rumeli’nden geçerek İstanbul önüne gelen çeşitli Haçlı ordularındaki tarih yazarları ve ne de 12. yüzyılın ortalarında Trakya’dan geçerek İstanbul’a giden 2. Haçlı Seferi’ne katılmış tarihçiler bu surlardan söz ederler. Kaldı ki, 2. Haçlı Seferi sırasında bu surların pek yakınında ve Silivri’nin hemen kuzeybatısında Alman Haçlı ordusu büyük bir 7 Eylül 1147 tarihinde sel felaketine uğramış ve tarihçiler bu olaya sayfalar ayırmışlardır. Almanların felaketi uğradığı yer Silivri’nin kuzeybatısında Çamurlu Dere mevkii olup, Uzun Sur’a en çok 500 m uzaklıktadır. Bu yazarlar surlara olasılıkla pek önem vermemişlerdir. Haçlı seferi, Bizans’ta bir Latin İmparatorluğu kurulmasına yol açınca şehir bu defada Latin egemenliğine girmiştir
ANASTASİOS SURUNUN YAPILIŞ ŞEKLİ
Günümüzde ise Silivri ilçesi sınırları içerisindeki bölümü, Tarım alanlarının içinden geçtiği için, Zamanında Tarihi Savaşlardan ve Tabii afetlerden, Tahrip olan duvarlar Köylüler tarafından, tamamen sökülerek yok edilmiş. Çatalca sınırları içerisinde olan kısımları ise, Ekseriyeti Orman içerisinde kaldığı için, yol yokluğundan, Sağlam kalabilmiştir.
Tabiat olaylarının verdiği tahribatlara dayanmış olan sağlam zeminli yerlerde yüksekliği Beş metreye yükselen yerleri mevcuttur. En sağlam yeri ise Karaca köy Beldesinin içinden geçildikten sonra, Yalı köye Giden Asfalt Yolun Beşinci Kilometresinden, Sağa sapılarak Evcik İskele Plaj Mevkiine giden bu yol Bu Tarihi suru takip etmekte ve Bütün güzelliğiyle meydandadır. Kalan bu Kale duvarları Sit alanı olarak, Geçte olsa, Birinci derecede koruma altına alınmıştır.
O devirlerde o koca taşlar, Nasıl sabun kalıbı gibi kesilip, Bugünkü teknikle bile vinçleri zorlayacak olan bu taşlar o yüksekliğe nasıl kaldırılıp da bu duvar işlenmiş, çok düşündürücüdür.
150 Yıl boyunca İstanbul Savunmasında Kilit bir rol oynayan Görkemli sur, İstanbul a kalkan görevi yapmış ise de daha sonraki yıllarda, İstanbul’u almak isteyen kavimleri saldırılarını engellemeye yeterli olamamıştır. MS 616 yılında Avar Türkleri, 813 de Kurum han kumandasındaki Bulgar Türkleri, 1090 da Perçenekler Bu suru aşarak İstanbul’u kuşatmışlar ise de İç Surlarda başarılı olamayıp aynı yoldan geriye dönmüşlerdir. Bundan sonra da 4000 Nöbetçi Askerin İaşesi, Kalenin Bakım Masrafları ile Kuşatma tekniklerinin gelişmesi sonucunda etkisini yitirmiş ve terk edilmişti. Bu kuşatma ve saldırılardan sonra tahrip olan İstanbul iç surlarını yenileyen Bizans, kuşatmalar sırasında da çok su sıkıntısı çektiğinden Buna çare aramış ve sonunda Istranca ve Karaca köy civarındaki Dere ve Kaynak sularını bir araya toplayarak Kanal, Tünel sistemi ve Alçak yerlerde yüksek ayaklı su kemerleri inşa ederek, bu suyu İstanbul içinde yaptırdığı büyük sarnıçlara akıtarak su ihtiyacını da gidermiştir.
Tarihte Anastasios Surları:
Anastasios’un Uzun Suru Trakya’dan İstanbul’a doğru küçük çaptaki akınları durdurabildi. Ama büyük güçler söz konusu olunca, hiçbir zaman bir engel görevi yapamadı. 61 9 yılı Vizigot saldırısını Avarlar’ınki izledi. Avar kralı Apsech Trakya’ya girdi. İmparator Heraklios ile barış yapmak için onunla görüşmek istedi. Kralın amacı imparatoru tutsak almaktı. Girişiminin içten olduğuna inanan imparator, buluşma yeri olan Perintos’a (M. Ereğlisi) hareket etti. Ama yolda, kralın kendisini tutsak almak için yaptığı hazırlığı öğrenince, ona götürdüğü tüm hediyeleri bırakarak ve bir er kılığına girerek İstanbul’a kaçtı. Apsech, Anastasios Surlarını aşarak imparatoru başkente kadar kovaladı.
626’da İranlılarla Bizans’a karşı bir bağlaşma yapan Avarlar, Bulgar ve İslavları da yanlarına alarak İstanbul üzerine yürüdüler. Bir engel oluşturamayan Anastasios Surları kolayca geçildi. Ama bu surlar Bulgar hanı Kormisoş’un 755 yılında İstanbul’a yapmak istediği bir saldırıyı durduracaktı. Han, Balkanları geçerek Uzun Sur’a kadar her yeri yakıp yıktıysa da surları geçemedi.
Surların Onarımları:
Orta çağda İstanbul ve çevresinde sık sık görülen depremler başkent surlarını yıktığı gibi, etkilerini Anastasios Suru üzerinde de gösteriyordu. Aslında acele yapılan ve yeterince sağlam olmayan bu surda depremlerin yer yer oluşturduğu gedikler, Bar bar akıncılarının kolaylaştırıyordu.
Birçok kentin surlarını sağlamlaştıran ya da yıkılmış kaleleri onartan imparator 2. Justin (565-78), Anastasios Surları’nı yeniden güçlendirmiş, garnizon için daha fazla güvenlik amacıyla bir burçtan diğerine geçilen kapıları kapatmış ve her burcun altına bir kapı yaptırmıştı. Burcu savunanlar bunları kapayınca tümüyle güvenlik içinde bulunuyorlardı. Bu surların savunulmasını kolaylaştırmak için, imparator Silivri ve Ereğli kalelerini onarıp sağlamlaştırdı. Surlar bu dönemden sonra da çeşitli imparatorlarca onarılmış ve surlara bunları belgeleyen yazıtlar konulmuştur.
Uzun Sur’un Nikephoros Phokas (963-69) ve 8. Konstantin (1025-28) tarafından onarılmış olduğu, eskiden Çorlu’da Ayakiryaki Kilisesi’nde bulunan bir yazıttan anlaşılmaktadır. Karacaköy yakınında bulunan bir yazıtta bu surların imparator 8. Konstantin ve 2. Basileios (976-1025) zamanında onarıldığı belirtilmektedir. Böylelikle 10. yüzyılda ve 11. yüzyıl başlarında bu surlara önem verildiği ve onarıldığı anlaşılmaktadır.
Bundan sonra tarihçiler Anastasios Suru’ndan hiç söz etmiyorlar. Ne 11. yüzyıl sonlarında Rumeli’nden geçerek İstanbul önüne gelen çeşitli Haçlı ordularındaki tarih yazarları ve ne de 12. yüzyılın ortalarında Trakya’dan geçerek İstanbul’a giden 2. Haçlı Seferi’ne katılmış tarihçiler bu surlardan söz ederler. Kaldı ki, 2. Haçlı Seferi sırasında bu surların pek yakınında ve Silivri’nin hemen kuzeybatısında Alman Haçlı ordusu büyük bir sel felaketine uğramış ve tarihçiler bu olaya sayfalar ayırmışlardır. Almanların felaketi uğradığı yer Silivri’nin kuzeybatısında Çamurlu Dere mevkii olup, Uzun Sur’a en çok 500 m uzaklıktadır. Bu yazarlar surlara olasılıkla pek önem vermemişlerdir.
Makedonyalı imparatorların son yıllarında (11. yüzyıl ortaları) ve Komnenoslar zamanında (11. yüzyıl sonu-12. yüzyıl sonu) iç ve dış sorunlar ve güçlükler nedeniyle, bu surlara önem verilmemiş ve bakılmayan surların yıkılmış olması olasıdır. Buna kuşkusuz depremlerin de katkısı olmuştur.
Uzun Sur’u yaptıran imparator Anastasios’tan da biraz söz edelim: 430’da İlirya’da doğdu. Bir gözünün yeşil, diğerinin siyah olması nedeniyle “Dikorus” olarak tanınırdı. Silentari’ye (imparatorluk muhafız alayı) subay olarak katıldıktan sonra imparator Zenon’un karısı Adriane’nin gözüne girdi. Bu ona Zenon öldükten sonra taht yolunu açtı. İmparatoriçe Adriane ile evlendi. Bu evlilik kişisel çıkarlardan çok, ülkenin yararı için yapılmıştı. 491’de imparator olduğunda Flavius Anastasios 61 yaşındaydı.
Tahta çıktığında ilk iş olarak memurlukların parayla satın alınmasını kaldırdı, muhbirlerin ödüllendirilmesine son verdi. Dik başlı, zorba ve güçlü yurttaşları, İsauriyalılar’ı İstanbul’dan çıkartarak Trakya’ya yerleştirdi. Krisargion adlı, halkı bunaltan verginin toplama biçimini iyileştirdi. Maliyenin iyileştirilmesi yönünde çaba harcadı, sıkı bir devlet gelirleri muhasebesi düzenledi ve bütçe dengesini yeniden kurdu. Yaptığı düzenlemeler ona olağanüstü bir sevgi kazandırdı. Buna karşın, mali konulardaki bazı yenilikleri ve arenalarda hayvanlarla yapılan düğüşleri yasaklaması, yararına dokunan kişilerde hoşnutsuzluk yarattı.
İç ve dış savaşlar, veba salgını, depremler ve kıtlık hep bu imparatorun dönemine rastladıysa da 87 yaşında bir yıldırım çarpmasından öldüğünde (518), geride 150.000 kişilik bir ordu, 300 milyon altın Frank’ı aşan bir hazine ve ne doğuda ne de batıda gedik vermemiş bir ülke sınırı bıraktı.
Not: Bu bölümün yazılmasında Sn. Feridun Dirimtekin’in “Anasthase Surları” adlı incelemesi temel olarak alınmıştır. (TTK Belleten, Cilt XII; Ocak 1948, Sayı 45)