Orhan Gazi’nin ilk evliliği 12 ya­şındayken Yarhisar Tekfuru’nun kızı Nilüfer, son evliliği 60 yaşını geç­mişken Bizans imparatoru Kan­takuzenos’un kızı Teodora’yla oldu.

Bu ev­lenmeyi Georg Schreiber, “Türklerden Kalan” isimli eserinde şu şekilde an­latmaktadır: “O yıllarda Bizans’da iktidara geçme etkenleri arasında Osmanlılar henüz ön planda yer alan bir güç değildiler; daha önemli müttefikler vardı. Bunların başında Aydın’ın Selçuklu Bey’i geliyordu; ayrıca deniz gücü olarak Venedik ve Ceneviz, ka­rada da Sırp ve Bulgar alayları vardı.

Sultan Orhan’a yardım etmesi için ilk baş­vuru, 1345 yılında imparator III. And­ronikos’un dul karısı Anna Savoy’dan geldi. Yardıma karşılık Sultan Orhan’a, hasmı Kantakuzenos’un adamlarını köle olarak doğuya götürmesi iznini bile verdi. Ne var ki Kantakuzenos yeni unvanıyla im­parator VII. Johannes- Osmanlı Sultanını kendi safına çekmeyi başarmıştı, kar­şılığında da bir kişiyi feda etmek zorunda kalmıştı: Orhan, İmparator’un kızını ken­disine eş olarak istemişti.

Hanedanın kurucusu Osman için, onun gibi belki de okuma yazma bilmeyen gerçek savaşçıya, tarikat şeyhi, bilgin ve say­gın bir kişi olan Edebali’nin kızın

ı eş olarak vermesi büyük bir şeref, övülecek bir olay­dı. Şimdi ise oğlu Orhan bir basamak daha ileri çıkıyordu; saygınlığını artırıyor ve im­paratorun burnunu yere sürüp Sultan’ın ha­remine girmek üzere genç Teodora Kan­takuzenos’u Bursa’ya göndermek zorunda bırakıyordu.

On yıl kadar sonra imparator, Aynaroz da­ğında bir manastırda inzivaya çekildiğinde, çağının tarihsel olaylarını anlatan bir eser kaleme aldı. Bu kitabın üçüncü bölümünde Marmara kıyısındaki Selimbria ya (bugünkü Silivri’ye) yanında karısı, üç kızı olduğu halde nasıl gittiğini tasvir eder. Kentin dı­şında ahşap bir tribün kurulmuş, üzeri sırma işlemeli ipek perdeler, yanları mum­lar ve daha bir yığın göz alıcı şeylerle süs­lenmiş. Bu sırada borazanlar, flütler, ka­vallar ve insan kulağına hoş gelen daha başka çalgılar ortalığı çınlatıyordu. Çalgılar susunca saray şarkıcılarının korosu, saray şairlerinin gelin için yazmış olduğu öv­güleri, güzellemeleri söylemeğe başlıyorlardı. Şahane düğün için törenin hepsi tamamlanınca, imparator orduyu, Bi­zanslıların ve Türklerin ileri gelenlerini bir­ kaç gün ağırladı. Sonra da kızını, onu se­vinçle kabul edecek olan gelecekteki ko­casını gönderdi.

Bu evlenmeden dolayı genç Teodora’nın da seviçli olup olmadığı bilinmiyor, ne var ki diplomatik çıkar amaçları uğruna ev­lendirilmek, hükümdar kızlarının alın yazısı idi. Buna rağmen Teodora, Hıristiyan inan­cında kalacak, tutsak yurttaşlarını kur­tarmalıklarını vererek kölelikten kurtarıp ev­lerine gönderecek kadar da hareket serbestliğine sahip olacaktır.”

Osmanlı tarihleri ve ünlü “Osmanlı Tarihi” yazarı Hammer, Bizans sarayından Os­manlılara gelin gitmesini şöyle anlatır: “746 H. (1346 M.) tarihinde Orhan Bey, Bizans imparatoru’nun kayınpederi ve devlet ida­resinde yardımcı olan Kantakuzenos’a bir elçi göndererek kızlarından birisini istedi.

Güzellikleriyle ün salmış olan Bizans pren­seslerinden birini istemesine Orhan Gazi’yi sürükleyen sebebi, yalnız haremine bir kadın daha katmak değil, bazı tarihlerin yazdığı gibi Rumeli’nin fethinde ya­rarlanılmak için elde bir atlama tahtası bu­lunması gibi bir takım politik görüşlere bağ­layanlar vardı”. Türk tarihçileri, Silivri’de yapılan töreni çok renkli anlatırlar.

Dimetoka’da, imparatorluğunu ilan ederek Bizans’ı ikiye ayırmış ve bir hayli uğraştıktan sonra davasını kurtararak İstanbul kapılarına kadar dayanan Kantakuzenos, boş dur­muyordu. Başına oturttuğu imparatorluk ta­cını hem kaptırmamak hem de Bizans üze­rindeki Bulgar ve Sırp ihtiraslarına karşı koymak için tedbirler arıyordu. Fakat aklına gelen çareler arasında Bizans’ın yüz­yıllardan beri uyguladığı politikayı uy­gulamak Kantakuzenos’a en uygun geleni idi. Bir Türk hükümdarını kendisine damat etmek yollarını arama, Osmanlılarla ak­rabalık. O kendi davasının da Bizans’ın da kurtuluşunu bu yolda görüyordu. Talih bu alanda da Kantakuzenos’un yüzüne gü­lüyordu; kızı Teodora, bir kurtarıcı gibi ba­basının imdadına yetişti.

Teodora olağanüstü güzeldi. Bu Bizans’lı prensesin güzelliği etrafta öyle bir şöhret yaratmıştı ki dünya güzellerinin güzeli ola­rak anlatılıyordu, bu şöhret Bizans sı­nırlarını taşarak uzak ülkelere kadar ya­yılmıştı. Orhan Gazi de bu güzelin efsanevi şöhretini duymuştu. Düşündü, taşındı ve et­raftaki büyüklere danıştı, sonunda Bizans imparatoruna damat olmaya karar verdi. Ar­dından da yerli yabancı tarih araş­tırıcılarına göre politik iş ile görevlendirdiği elçilerini Bizans’a gönderdi.

Kantakuzenos Orhan Gazi’nin elçilerini büyük bir nezaketle kabul etti, karşılaştığı tekliften ileri derecede duygulandı. Yardıma muhtaç olduğu böyle bir sıkıntılı zamanda, böyle bir teklife çok sevindi. Türk elçilerini kıymetli hediyelerle doyurdu, duyduğu memnuniyeti tekrarlayıp durdu. Fakat kesin bir cevap vermekte hiç de acele etmedi. Ne de olsa kız tarafı olduğu kadar Bizans kanı da taşıdığı için her çeşit münasebette biraz politika, biraz hile yapması kanının ica­bıydı. Biraz da naz yapması kız babası ol­duğu için hakkıydı. Cevabını, elçileri ara­cılığıyla kıymetli dostu Orhan Gazi’ye bildireceğini söyleyerek, Türk elçilerini yine büyük bir nezaketle yolcu etti.

Kantakuzenos memnundu. Uzun bir za­mandan beri düşündükleri hakikat olu­yordu, hemen eski ve vefakâr dostu olan Aydın Bey’i Gazi Umur Bey’e bir elçi gön­dererek, Sultan Orhan’ın teklifini bildirip fikrini sordu. Umur Bey, “Roma im­paratoru” unvanını takınarak Bizans’a yü­rümeye hazırlanan Sırp Kıralı Stephan Duşan’ı hatırlayıp, Bizans’ın böyle nazik bir durumda, Sultan Orhan’ın himayesinin çok kıymetli olacağını bildirerek, yapılan teklifi geciktirmeden kabul etmesini Kan­takuzenos’a bildirdi. Bizans için bundan daha mutlu ne olabilirdi.

Bizans İmparatoru, Umur Bey’den aldığı bu cevap üzerine daha rahatladı, esasen Umur Bey’den uygun cevap gelmese de Orhan Gazi’nin teklifini peşin olarak kabul etmiş ve gizli gizli de hazırlanmaya başlamıştı.

Kantakuzenos, elçilerini Orhan Gazi’ye göndererek, teklifi memnuniyetle kabul et­tiğini bildirdi. Bundan sonra Türk ve Bizans elçileri karşılıklı gidip geldiler, gelinin alın­ması için tören ve diğer işleri düzenleyen programlar hazırladılar.

Orhan Gazi Silivri’de

Nihayet heyecanla beklenen gün geldi: Orhan Gazi nişanlısını almak üzere dev­letin ileri gelenlerini ve muhafız askerlerini taşıyan 30 gemiden meydana gelen bir Os­manlı filosunu Karamürsel’den 1346 yılının mayıs ayının bir güneşli gününde, Ru­meli’ye doğru yola çıkardı. Yelken açan ge­miler Marmara’da Silivri’ye doğru iler­liyordu. Geceyi Marmara’da geçiren filo sabaha karşı, günün ilk ışıklarıyla birlikte Si­livri açıklarında demirledi.

Silivri bugün olduğu gibi o tarihte de İstanbul’u besleyen bir kentti. Kasabanın çev­resini kaplayan sırtlar, tepeler ve dağlar, her taraf bağlar ve üzüm kütükleriyle kaplıydı. Üzümlerinden yapılan şarapların lezzeti Balkanlara kadar yayılmıştı. Bağ­bozumunda yapılan ve bir hafta süren bağ­bozumu şenliklerine bütün Bizans ka­tılmakta, adeta birbirleriyle yarış etmekteydiler. Şenliklerin son günlerinde saray büyükleri de bulunurdu. Esasında Si­livri imparatorluğun bir sayfiye kenti idi, söylenildiğine göre Bizans dışına gidecek prenseslerin nikahları Silivri’de ta Hıristiyan imparatorlar zamanında yapılmış olan çok güzel bir kilisede yapılırdı. (Bu kilise bu­günkü Kale Parkı içinde bulunuyordu). Bazı yıllar bu şenliklere imparator ve im­paratoriçe de katılırdı. O günlerde Silivri bir şenlik içindeydi, ama bugünkü, Prensesin düğünü için yapılan şenlik bir başka şen­likti.

Sahilin biraz açığında Türk donanması bütün haşmetiyle yatırıyordu. Bu gemiler Bizans’tan gelin almaya gelmişlerdi.

Gelinin alınacağı gün, bütün Bizans halkı hem yapılacak eşsiz töreni seyretmek hem de güzeller güzeli Prenseslerini son defa doya doya görmek üzere Silivri ovasına dö­külmüşlerdi.

Ortaya Teodora ve iki kız kardeşi için mu­azzam ve süslü bir çadır kurulmuştu, mey­danda cambazlar, tiyatrolar ve hüner oyunları gibi çeşitli eğlenceler düzenlenmiş, mü­kellef ziyaret sofraları hazırlanmıştı.

Halka açık olan bu sofralar ve oyunlardan hiçbirisi halkın ilgisini çekmiyordu, halkın sabırsızlıkla beklediği güzel Prensesleri Te­odora’ydı. Bizans halkı kral ve kraliçeden çok, prenses ve prenseslerini severlerdi.

Nihayet gelin alayı göründü, yağız bir ata binmiş olan Kantakuzenos çevresinde dev­let büyükleri olduğu halde yürüyüş ko­lunun başında bulunuyordu. Bunların biraz gerisinde özenli bir taht göze çarpıyordu. Tahtı yarım ay biçiminde kordona almış mı­zıkalı süvariler izliyordu. Taht pek şahane bir şeydi. İçinde kıymetli halılarla, kuş tüyü yastıklarla, dış tarafı rengarenk atlas ku­maşlarla, sırma işleme ve ipek perdelerle süslenmişti. Tahtı saran bu kumaşların renkleri öyle hünerle ahenkleştirilmişti ki, güneş ışınları altında tahttan göklere doğru bir renk şelalesi fışkırıyordu. Tahtın için­deki, dışarıda olanlardan daha çok muh­teşemdi. Çünkü tahtın içinde Güzel Te­odora bulunuyordu. Teodora’nın sağında henüz genç ve Teodora kadar güzel olan imparatoriçe İrene oturuyordu. Teodora’nın iki kız kardeşi ablalarının dizinin dibinde yer almışlardı. Nedimeleri ve haremağaları, diz çökmüş vaziyette Teodora’nın çevresini sarmışlardı. Tahtın perdeleri örtülü ol­duğundan halk tahtın içini görmüyordu. Buna rağmen halk güzel prenseslerini al­kışlamaktan, coşkun ve taşkın gösteriler yapmaktan kendini alamıyordu. Kafile Te­odora’ya ayrılan çadırın önünde durdu, tahtın içinde bulunanlar çadıra geçtiler. İm­parator Kantakuzenos ve hükümet bü­yükleri de gelini almak için gelmiş olan Türk elçilerinin yanlarına gittiler.

Avrupa hükümdarlarının kızları, bir hü­kümdarla evlenmeleri halinde, düğünden evvel gelinin bir taht üzerinde halka gös­terilmesi devrin gelenekleri arasındaydı. Güneş batıp ortalık kararmaya başlayınca, prensesin halka gösterileceği ilan edildi. Halk güzel prenseslerini yakından gö­rebilmek için birbirlerinin omuzlarına tırmanırcasına yerleşip sıkıştılar.

Silivri ovası meşalelerle aydınlanmış, mu­azzam taht törenin icabına göre ha­zırlanmıştı. Verilen bir işaret üzerine tahtı saran ipek perdeler açıldı, tahtın içinde, diz çökmüş durumda Teodora’nın etrafında bu­lunan haremağaları ellerindeki meşaleleri aynı anda yaktılar. Teodora tahtın içinde bir güneş gibi yükseldi, çevresini saran kızıllık, tüllere bürünmüş olan Teodora’yı tan­rılaştırıyordu. Bu dekor güzel gelini büs­bütün şahaneleştiriyordu. Bu arada şarkılar söylenmeye, çalgılar çalmaya ve şiirler okunmaya başladı. Şarkılar da şiirler de dev­rin şairleri tarafından Teodora’nın güzelliğini anlatan methiyeler ve bestelerdi. Töreni çok büyük ve çok renkli bir ziyafet izledi.

Silivri mahzenlerinde yıllarca saklanıp din­lendirilen nefis şaraplar bir su gibi aktı, çal­gılar çalındı. Bizans küçüğü ile büyüğü ile bugüne bir şeyler katabilmek için sanki el­birliği etmişti. Türklerle arada geçen her şey unutulmuş, neşeli bir hava yaratabilmek için Bizanslılar, olağanüstü bir gayret gös­teriyorlardı.

Bu bir nişan töreni olmakla be­raber, Osmanlı Padişahının Bizans’a damat olmasının payı büyüktü. Bizans bu ya­kınlıktan büyük bir gurur duyuyordu. Bi­zanslılar, Sırp tehlikesine ve Türk emel­lerine karşı Bizans’ın kurtuluşunu Teodora’nın kişiliğinde görüyorlardı. Bi­zanslılar bu düşüncelerinde de ya­nılıyorlardı. Osmanlılar Sırp ve Bulgar teh­likesine karşı Bizans’ı koruyacaktı ama, Teodora hiçbir zaman Osmanlıların Bizans üzerine akışına mâni olamadı. Osmanlıların nazarında bu evlenişin, normal bir kız alıp vermekten başka bir anlamı yoktu. Hatta biraz da Bizans’ın varisi sa­yıyorlardı kendilerini. Tarihin akışı, Bizans hesaplarının bir kere daha yanlış olduğunu gösterecekti.

Teodora Silivri sahillerine kadar merasimle getirildi, burada Türk cengaverleri tahtın et­rafını sarıp gereken güven tedbirini alarak gelini Türk geleneklerine uyarak amiral ge­misine taşıdılar.

Amiral gemisinden verilen bir işaret üzerine bütün gemilerin yelkenleri açıldı, şimdi otuz Osmanlı gemisi birbirinin peşi sıra Anadolu kıyısına varabilmek, gelini bir an önce sahibine teslim edebilmek için sular üzerinde kayıyor, adeta uçuyorlardı. Bi­zans’ın güzel prensesi Teodora, çağının güçlü hükümdarı Orhan Gazi’ye gelin gi­diyordu.

Ertesi gün Teodora Mudanya’da karaya ayak bastı. Buradan Bursa’ya götürülüp Orhan Gazi’nin sarayına teslim edildi.

Teodora güzel olduğu kadar çok da akıllı bir kadındı. İhtiyar kocasının saygı ve sevgisini kazandı. Fakat adını ve dinini değiştirmedi, bu hususta zaten kendini zorlayan da ol­madı. Merhametli ve eli açıktı. Kendi pa­rasından fakirlere yardım ederdi. Halil Bey isminde bir oğlu olduysa da küçük yaşta vefat etti. Başka çocuğu olmadı.

Orhan Gazi’nin yeni eşi Teodora ve oğul­ları (ki Teodora’nın üvey oğulları) ile be­raber Üsküdar’a gelip, kayınbabası Kan­takuzenos’u ziyaret edip görüşmeler yaptığı da söylenilmektedir. Hatta bu söylentiler daha da genişletilerek, imparatorun Orhan Gazi’den izin alarak Teodora ve üvey oğul­larını İstanbul’a saraya götürdüğü ve mi­safirlerin burada üç gün kaldıkları, öteden beri gösteri ile eğlenceye düşkün olan Bizanslıların bu fırsattan yararlanarak, büyük törenler düzenledikleri, şimdiki Sul­tanahmet Meydanı’nda bulunan hi­podromda büyük koşular yaparak mi­safirlerin günlerini hoşça geçirmeleri için gayret gösterdikleri söylenir.

Bu ziyaretten sonra Orhan Gazi as­kerlerinden ayrılarak İstanbul’a geçmişti, esasen o günün devletlerarası anlaşma şart­larına göre de böyle bir misafirlik en hafif deyimi ile tehlikeye atılmak olurdu.

Üvey anaları Teodora ile üvey oğulları be­raberce İstanbul’a geçmeleri mümkündür, fakat bir padişahın yalnız başına korumasız bir şekilde gitmesi kayınpederinin ülkesi de olsa yanlıştır. Bu buluşmada Kantakuzenos damadı Orhan Gazi’den Sırp Kralı Duşan’a karşı bir miktar yardım istemiş, Orhan Gazi de istenilen yardımda bulunmuştur.