İstanbul’un 1-2 saat uzağında, Marmara kıyısında bir kasaba olan Silivri’de yıkık bir kale vardır ki burası, bitişik evlerle beraber Yukarı Şehir adını taşır. Bunun aşağısında, içinde büyük tahıl ambarı bulunan geniş varoş vardır. İpertimos unvanı ile bir Metropolitlik makamı olan Silivri’de, bir tepenin üzerinde eski bir kilise vardır. Burada Ermeniler de vardır. Silivri’de hanlar, hamamlar ve camilerden başka, 940 (1533) de ölen Piri Paşa’nın türbesi de mevcuttur. Türbenin yanında bir sıcak su kaynağı vardır. Edrene ve Selanik yolu Silivri’de iki kola ayrılır. Sağa doğru yönelmiş olan “Orta kol”dan bir günde Çorlu’ya, sola giden ve “Sol kol” denilen koldan da Tekirdağ’a gidilir.

Silivri Kalesi

Silivri’nin ilk surlarının kimin ta­rafından yapıldığı bilinmemekle bir­likte, kentin kuruluş sırasında basit bir surla korunmuş olduğu ve sonraki yüz­yıllarda bu surun yenilenip genişletildiği sa­nılmaktadır. Prokopius, 6. yüzyılda imparator İüstinyen’in (İustinianos), büyük bir depremde yıkılan Anastasios’un Uzun Suru ile birlikte Silivri Kalesini’de onarttığını yazar. Bu onarım sırasında imparator Si­livri’de kalmıştı. İki yüzyıl sonra imparator 5. Konstantinos (741–775) Silivri surlarını yeniden onartacaktır.

Bulgar Kralı Krum, Silivri surlarını, ev ve kiliselerini yıktırdı. 855 yılında im­parator 3. Mikhail surları yeniletti. Sonraki dönemlerde, imparator Lohannes Kan­takuzenos’a (1347–55) gelinceye değin, önemli bir onarım gerçekleşmemişti.

Silivri surları, son olarak 2. Beyazıt ö­neminde (1481–1512), “Kıyamet-i Suğra” (Küçük Kıyamet) denilen büyük depremden gördüğü zarar üzerine aynı padişah ta­rafından onarıldı.

Osmanlı döneminde Silivri sınırlardan uzak olduğu için, surlar önemsiz görülmüş ve ye­nilenmemiştir. Ancak Edirne-İstanbul yolu üzerinde olduğu için, Silivri önemini yi­tirmemiştir.

Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nde Bulunan Ayasofya Vakfiyesinin Tercümesinde ise Silivri kalesinin bulunduğu yer şöyle tanımlanıyor. “Bunlardan birisi de Kostantiniyye tevabi’inden Silivri diye bi­linen kal’a içinde bulunan kilisedir ki, doğudan Tüccar Nasuh bin İlyas mülkü, kuzeyden Kadi Kasım oğlu Musa Çelebi mülkü, batıdan ve güneyden umumi yol ile sınırlıdır.”

Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinden temin edilen “Cennetmekân Fatih Sultan Mehmet Han hazretlerinin evkafı şerişerine ait vakfiye” birinci orijinal Arapça nüsha olup, 575 numaralı defterin 82 sayfa ve 46 sıra numarasında yer almaktadır. Türkçe çevirisi ise 1947’de Ali Sami Yücesoy tarafından yapılmıştır ve arşivde 2114 numaralı Türkçe defterin 175. sayfa ve 19 sayılı sırasında kayıtlı bulunmaktadır.

Türkçe defterin 244–245 numaralı sayfalarındaki vakfiyede Silivri kalesinin sınırları şu şekilde belirlenmiştir:

Silivri namındaki kal’anın temamı bunun hududu kıble tarafından Bahrimalia ve oradan Zeytunluk namile maruf mevzi’a müntehni olur ve oradan geçer. Savra namile maruf mezrea tarafında vaki Beniye pınarı namile maruf pınara oradan uyuni vafiyeye oradan mezbur pınarların şark tarafında vaki tepeye müntehni olur.

Oradan Kermine deresine iner ve oradan geçer Lodende mezreası nam mezreasının şimal tarafını tutar ve dereini namile maruf mevzii tutarak büyük tepeye müntehni olur ve oradan yola varır ve yolu keser.

Silivri tarikine müntehni olur ve bu tariki de keser ve dağa yükselir ve oradan geçer Felto mezreası nam mezrea tarafından kâin sınır taşına varır oradan Felto canibine müntehni olur oradan geçer.

Çatalca yoluna müntehni olur oradan iner. Tasnağoy namile maruf feddanın kenarındaki haceri mansuba müntehi olur oradan garb tarafına meyleder yerkesiği nam mevzi’a müntehi olur burası kadim sınırdır. Buradan hudut içün dikilmiş olan Nişantaşına müntehi olur ve oradan Küçükdereye iner ve orayı keser tariki amme varır. Onuda keser dağın başından geçer ve iner ve deredeki Merforya deresini namile maruf mevzi müntehni olur oradan garp tarafı tutar kurudereye müntehi olur burası kadim sınırdır ve burayı alır şimal tarafa gider. Davutca karyesinin Silivri’ye giden yol tarafındaki haceri mansuba müntehi olur.

Oradan Zadte mezreası nam mezreanın kenarına müntehi olur ve garb tarafı tutar dosdoğru büyük tepeye yükselir oradan Zaborta mezreası yolundaki nişantaşına ve oradan yola varır ve yolu keser ve Borta alogatori namile marif mezreanın sınırtaşına varır.

Oradan büyük tepe üzerinde vaki karasinanlı yoluna müntehi olur ve bu yolu tutar. Takmaklık köyü namındaki mezreanın garb tarafındaki dikilitaşa müntehi olur oradan yolu tutar. Bayağcı karyesi karşusunda vaki tepenin başındaki haceri mansuba müntehi olur ve oradan yolu tutar, tarikim tarafındaki haceri mansuba müntehi olur.

Oradan dosdoğru geçer garb tarafı tutarak Deniz tarafına gider ve mahalleye müntehi olur. Oradan meyleder kırık mezreası nam mezreanın dairesini devreder küçük deredeki haceri mansuba oradan tariki amme müntehi olur ve bu yolu tutarak gider yolun şimal tarafındaki yerkesiği nam mevzi’a vasıl olur. Oradan garb tarafı tutarak fazla namile maruf büyük tepeye varır ve oradan dosdoğru iner ve deniz tarafına gider İsterna pınarı namile maruf pınara vasıl olur ve oradan dosdoğru denize iner ve denizi tutarak gider Silivri hududuna müntehi olup burada hudut nihayet bulur.

Vakıf zikrolunan mevkufatı tafsilen şerh ve beyan edilen bilcümle hudut ve hukuk ve tevabi ve levahik ve taraik ve merafıkı ve zemini ve bünyanı ve damları ve divarları ve fevkani ve tahtani ve yazlık ve kışlık odaları ve dam örtüleri ve kerasta ve karlıkları ve oluk akacak ve kül ve toprak atılacak mahalleleri ile birlikte vakfetti.

Bu vakıf işlemi sırasında kale içindeki Alexios Apokaukos kilisesi de camiye tahvil edilmiş ve Fatih’in bir vakfı olarak kurulmuştu.

Yukarıda bahsedilen vakıf işlemi gerçekleştirildikten sonra Türklerden bir kısım ahali kale içine yerleşmişse de buradaki etnik yapıdan dolayı Türkler zamanla burasını terk ederek kale dışındaki arazi kesiminde yaşamayı yeğlemişlerdir. Daha sonraları kale ve içindeki eski eserler zamanda bakımsız kalarak yok olmaya mahkûm edilmişlerdir.

Gerek etnik yapı gerekse depremler de buna yardım etmiştir. Yakın zamanlarda ise buraya yerleşenler, surların ve diğer anıtların kalıntılarını malzeme olarak kullanıp, zincirin son halkasını tamamlamışlardır.

Kale bugün oldukça harap bir vaziyettedir. Büyük bölümü evlerin temelleri, mahalle araları ve otlar içinde kalmıştır. Bu son kalıntıların daha evvel olduğu gibi inşaatlarda kullanılmamasını sağlamak yapılacak önemli işlerin başında gelmektedir. Tarih boyunca güçlü kalesiyle kendisinden söz ettirmiş bu liman kasabasının tarihi çok derinliklere kadar inen ilk iskânı muhtemelen bu kalenin yer aldığı yamaç üzerinde olmuştu. Ancak bu dönemlere ait buluntular ele geçmiş değildir. Bunun sebebi düzenli arkeolojik incelemelerin yapılamamış olmasıdır.

Bütün bu dönemlerin izleri toprak altında yatmaktadır. Kare bir plânın topografya koşullarına uydurulmak suretiyle inşa edilen bu kale, Trakya’da stratejik bakımdan önemli noktalarda yaptırıldıkları bilinen askerî mimari anıtlarının içinde Bizans’a yakın oluşundan ve Anastasios surunun hemen bitişiğindeki bir ileri karakol durumunda bulunuşundan dolayı ayrı bir değere sahipti. Buna paralel olarak, kaleye ait bugünkü kalıntılar, Bizans dönemine aittirler. Bu husus, daha önceki kalıntıların üzerine Bizans devrinde kalenin tekrar inşa ettirildiğinde ya da büyük ölçüde tamir ettirildiğine işaret eder.

Trakya’da Bizans devrinde yaptırılmış oldukları bilinen kalelerin akıbetlerini düşündüğümüzde, Silivri’deki bu kaleye ait kalıntıların önemi daha da artmaktadır. Silivri kalesi hakkında F. Dirimtekin tarafından yapılan araştırmalar dışında hiçbir ilmi çalışmayla karşılaşmıyoruz. F. Dirimtekin, bu araştırmalarının neticesini önce 1957’de X. Milletlerarası Bizans Tetkikleri Kongresi tebliğleri arasında, daha sonra “Arkeoloji Müzeleri Yıllığı”nda birer makale halinde yayınlanmıştır.

S. Eyice de kale içindeki Bizans kilisesine dair yaptığı araştırmaların neticelerini yayınlarken kaleye de değinerek bazı kısa bilgiler vermiş ve John Covel’in çizimlerini de buna eklemiştir.

Bunların dışında Selymbria kalesine dair bir yayınla karşılaşılmıyor. Üstelik günden güne kaleye ait surların yok olması da bundan sonraki araştırmaları imkânsız hale getirecektir.

Surların çoğu yerine üzerine kondurulan beton yığınlarından dolayı ulaşmak imkânı kalmamıştır. Kalenin en iyi durumdaki batı cephesi böylece parsellenirken, diğer cephelerin durumu daha da kötü olmuş, doğu cephesi birkaç kalıntının dışında tamamen ve kuzey cephesi de büyük bir bölümüyle ortadan kalkmıştır. Geriye kalan kalıntılar ise kelimenin tam anlamıyla bir harabeye dönüşmüştür. Selymbria kalesi, İstanbul’un fethinden sonra Fatih’in vakışarı arasında dâhil edilmiştir.

Ana hatlarıyla Selymbria kalesinin değerlendirilmesi:

— İlk kuruluşu “kalkolitik çağ”a kadar inen Seymbria, antik devirde Marmara’ya dik bir yamaç üzerindede Megaralılar tarafından burada mevcut “Thrak” kökenli halkla birleşmek suretiyle iskân edilmiş ve surlarla çevrilmişti.

— Daha sonraları, muhtemelen aynı sur kalıntıları üzerinde yeni surlar inşa edilmiş ya da eski surlar esaslı bir şekilde onarılmıştı.

— Surların hiçbir zaman şehir suru niteliğinde olmadığı anlaşılmaktadır. Bu surlar daha ziyade topoğrafya koşullarına bağlı olarak feda edilmiş kare plânlı bir “castrum” olarak nitelendirilmelidir. Bu küçük ama güçlü tahkimatıyla Selymbria, sahil yolu üzerinde Bizans’ı koruyan bir ön karakol olarak görev yapmıştı.

— XVI. yüzyıl başındaki depremlerden de zarar gören kaleye ait surlar, II. Bayezid devrinde tamir ettirilmişse de daha sonra Türklerin kale dışına yerleşmelerinden ve etnik yapıdan dolayı zamanla bakımsız kalmış ve harabeye dönüşmüştür.

SURLAR:

Kentin ilk dönem surlarından hemen hiçbir iz kalmamıştır. Sözü edilen Jüstinyen ona­rımlarından da pek az bir şey kalmıştır. Ken­tin kuzey cephesinde Orta Bizans dönemi (9-12 yüzyıl) özelliklerini gösteren sur bö­lümleri görülmektedir. Diğer bölümler daha sonraki zamanlarda onarılmış olmalıdır.

Silivri Kalesi güneybatı köşesi batıya doğru uzanmış bir dikdörtgen biçimindedir. Güney cephesi gayet dik eğimle denize inen bir kayalık olduğundan, buraya duvar ya­pılmamış, diğer üç cephe surla çevrilmiştir. Kalenin batı kenarı 370 m kuzey kenarı 350 m ve doğu kenarı 310 metre uzunlukta olup, kalenin alanı yaklaşık 120.000 m²dir.

KAPILAR:

Batı cephesinde, limana bakan bölümde bugün hiçbir kapı yoktur. Ancak surlar iyice incelendiğinde, güney cephesinin batı ucu yakınında, kentin en yüksek noktasında bu­lunmuş olan iç kalenin yanında, limanla bağlantı kuracak bir kapının olduğu so­nucuna varılır. (Sahilden gelerek mez­bahanın arkasından geçen yol bu noktaya kadar geliyordu) Bu noktada erozyon (aşın­ma) sonucu yıkılmış bir burcun kalıntıları görülür. Kapı bu burcun yanında bu­lunuyordu.

Kentin başlıca kapıları surların kuzey cep­hesinde yer alıyor ve Via İgnatia’ya doğru açılıyordu. (Via İgnatia, İstanbul’u Adriyatik Denizi’ne bağlayan kentler arası büyük ana­yoldu. Şimdiki E-5 Karayolu) Bunlar kuzey surlarının batı köşesi yakınındaki Çarşı Kapısı, surların ortasında (şimdiki Abdülgani Mescit Sokak üzerinde) Orta Kapı, surların doğu ucu yakınında Kır Kapısı adlarını taşıyordu.

ÇARŞI KAPISI:

Bu kapı bugünkü çarşı düzeyinden daha yüksekteydi. Buraya, önce güneye doğru başladıktan sonra batıya dönen rampalı bir yolla çıkılıyordu. Böylelikle, kapıya sal­dıranlar surların önünden yan durumda geçtikten sonra kapıya varmış oluyorlardı. Kapının batı ucu yaklaşık 50 yıl önce du­ruyordu. Bugün kapı tümüyle yıkılmış ve yok olmuştur. Günümüzde Tavanlı Çeşme Sokağı, bu kapının olduğu yerden, Mecit Uluşahin’in eski evi ve şoför Esat’ın evi ara­sından geçmektedir.

ORTA KAPI:

Bu kapı da yıkılmıştır. 30 yıl kadar önce, bu kapının doğu kanadı dönme ekseninin (muylusunun) dayandığı büyük mermer taş ve lentosunu (üst eşik atkısı) oluşturan büyük mermer bloklardan bir bölümüyle sekiz köşeli doğu ve batı burçlarının ka­lıntılarını görmek olanaklıydı. Bu iki bur­cun kaplama taşları alınmış ve üzerlerinde bulunan bir yazıtın bazı parçaları yakındaki bir evin bahçesinde bulunmuştu. Bu iki burcun arasındaki mesafe 12,60 metre, ka­pının genişliği 4,20 metre, kapının da­yandığı duvarların eniyse 4’er metre idi.

Doğudaki kapının dayandığı surlar 8 taş ve 5 tuğla sıralı bir yapı biçimindeydi. Taşlar 40×21.5×18 cm., tuğlalar 40×4.5 cm. bü­yüklüğündeydi. Harç ise ortalama 8 cm. ka­lınlığında, orta büyüklükte tuğla kırıntıları içeriyordu.

Kapının yanındaki burçlar 3 dönemde ya­pılmışlardı. Birinci bölüm, surlardan ileri doğru bir çıkıntı oluşturan ve ilerledikçe ka­lınlığı artan duvarlardı. Buna, gayet özenle yapılmış kapının dayandığı duvar bölümü ekleniyor ve ardından, buna sonradan ek­lenen, ileriye gittikçe eni azalan bölüm ge­liyordu. Birinci bölüm asıl surlardan 4.35 m. ileriye çıkıyor, ikinci bölümün kalınlığı da 0,95 m olduğuna göre, kapı, surlardan 5.30 m. ileride bulunuyordu. Kapı burç­larına sonradan eklenen ve ileri gittikçe dar­laşması nedeniyle burçları 8 köşeli biçime sokan son bölüm 3.50 m. uzunluğundaydı.

Orta Kapı, Abdülgani Mescit Sokağı’nın Bo­yacı Bayırı’ndan gelen Fatih Cami Sokağı ile kesiştiği yerde olup, yaklaşık 70 yıl önce duruyordu.

KIR KAPISI:

Bugün bu kapıdan hiçbir iz kalmamıştır. Bu kapı, Çiftlik Sokağı’nın Fatih Mahallesi’ne girdiği yerdeydi. Oraya bina yapılmadan önce, kapı tesisinin batı burcu ile doğu bur­cunun kalıntıları duruyordu. Kapı, doğu bur­cunun köşesinden başlayarak 1,50 m içe­rideydi. Kapı tesisinin bütünü 15 m ve kapı burçları arasındaki aralıksa 6,40 m idi.

Batı burcu 7,60 m genişliğindeydi. Yapı bi­çimi şöyleydi: Zeminden başlayarak 36×87 ya da 28×96 cm. büyüklüğünde iki taş sı­rasından sonra 21×47 ya da 17×35 cm bü­yüklüğünde taşlardan yapılmış bir orta bölüm ve daha yukarıda 36 cm uzun­luğunda ve 5 cm kalınlığında tuğlalardan yapılmış beş sıralı bir hatıl ve daha sonra orta irilikteki taşlardan oluşmuş sıralar. Kul­lanılan harç iri tuğla kırıntılı ve kırmızı renkteydi. Burcun iç cephesi yine aynı yapı tekniğini göstermesine karşın, burada yedi tuğla sıralı hatıllar kullanılmıştı.

BATI CEPHESİ:

Batı surlarının en güney ucu yumuşak ka­yalar üzerine yapıldığı için, bunlar erozyon sonucu yıkıldığında, doğallıkla üzerinde bulunan surlar da yıkılmıştır. Bugün burada surların en güney ucunda bulunması ge­reken burcun artıkları çok az olsa da kal­mıştır. Buna 1 numaralı burç adı verilmiştir.

Bu burcun daha kuzeyindeki surların yalnız alt bölümleri eskidir, üst bölümleri çok geç zamanlarda yapılmıştır. Eski olan alt bö­lümlerde beş tuğla sıralı hatıllar görülür.

Surların güney ucundan 50 m kadar ku­zeyde, erozyondan yıkılmış yuvarlak bir ya­pının kalıntıları sezilebilir. Bu yapının çapı bir burç olmak için yeterli büyüklükte de­ğildir. Burada eskiden bir poterne (istihkam bedeninden hendeğe giden gizli yol) ya da yukarıya çıkmaya yarayan dolambaçlı bir merdiven olduğu düşünülebilir. Bunun daha kuzeyinde Paleologoslar döneminde (13.-15. yüzyıl) yapılmış sur bölümleri gö­rülür. Bundan sonra kuzeye doğru 35×65 cm. büyüklüğünde taşlarla yapılmış, Türk dönemine ait bir sur, daha sonra 10. yüzyıl yapısına benzer biçimde yapılmış bir sur parçası ve daha sonra da düzgün olmayan taşlardan yapılmış çokgen (poliganal) bir burç görülür. Bu burcun alt bölümleri Pa­leologoslar döneminde, üst bölümleriyse, büyük depremden sonra yapılmış 2. Beyazıt dönemi yapısı olmalıdır. Daha ku­zeyde, dış kaplama taşları alınmış 8 basık kemerle yapılmış bir sur bölümü vardır.

Bundan sonra gelen daha kuzeydeki üç nu­maralı burç yuvarlaktır. Kaba bir yapı ile ve bütünüyle taştan yapılmıştır. Daha sonra yine basık kemerlerle yapılmış ve alt bö­lümünde beş sıra tuğladan oluşan bir sur bölümü bulunuyor. Bu duvar ünlü ko­leksiyoncu A. Stamulis’in (Ahmet Kemal Silivrilinin) evine kadar gelir. Bu ev doğ­rudan doğruya surların üzerine yapılmıştır. Evin alt bölümünde bulunan surlardaki basık kemerler modern tuğlalarla kap­lanarak dekoratif bir biçim verilmiştir.

Bu yapıdan sonra surlar dışarı doğru bir yay oluşturarak ilerler. Bunların üzerinde de 5 basık kemerli bir yapı biçimi görülür. Sur­ların iç yanında bulunan basık kemerlerin başlangıçlarında mermer lentolar ve bun­ların altındaysa 4 ince tuğladan oluşmuş kalıntılar görülür. Bunların kaplamalarıysa son derece kaba bir biçimde yapılmıştır. Bu sur­lar, üzerine ya da önlerine yapılmış evler ne­deniyle eski biçimlerini yitirerek kuzeye doğru sürerler. Böylece, kaba bir biçimde yapılmış olan 4 numaralı burca ulaşırlar.

4 numaralı burç yuvarlaktır ve üst bö­lümleri tümüyle yıkılmıştır. Kuzey cephesi bir yapı birliği gösterirse de diğer bölümleri karmakarışık bir yapıdadır. Bundan, surun yıkılmış ve yeniden yapılmış olduğu an­laşılmaktadır. Bundan sonra kuzeybatı (A) köşesine kadar süren sur bölümü, ortada bulunan ve taşla yapılmış bölüm dışında, tümüyle birbirine benzemeyen biçimde oluşturulmuş bir yapı gösterir. Kuzeybatı köşesinde büyük taşlarla yapılmış bir yapı kalıntısı bulunmaktadır. Buradan eskiden bir köşe burcu bulunması olasıdır.

KUZEY CEPHESİ:

A köşesinden sonra surlar doğuya doğru bir yay çizerek sürer ve Çarşı Kapısı bu bö­lümde bulunur. Bu kapıdan sonra surlar, bugünkü Boyacı Bayırı’ndan başlayıp, Ab­dülgani Mescit Sokağı’na varan Fatih Cami Sokağı’nın sağ tarafında, bu sokağa paralel olarak Uluşahinler’in evlerinin altından Orta Kapı’ya kadar uzanır. Buralarda sur­ların 3-4 m yükseklikte bazı parçalarına rastlanır. Bu parçalar özgün biçimlerini ko­rumuşlardır. Bunlar 5 tuğla sıralı hatıllar ile 9 sıra küçük taşlardan oluşmuştur. Bu sur­lar, taşların büyüklükleri ve yapı bi­çimleriyle İstanbul’da Balat Kapısı ve Fener Kapısı arasındaki Haliç surlarına benzerler.

Ortalama kalınlığı 1,80 m olan surun alt bölümlerindeki yapı biçimi Orta Bizans dö­nemine ait olmalıdır. Yaklaşık 25–30 yıl önce bu sur parçası üzerinde, Çarşı Ka­pısı’nın 25 m doğusunda bulunan bir burç kalıntısı ve Orta Kapı’nın batı yan burcu gö­rülebiliyordu. Orta Kapı’dan sonra doğu ya doğru uzanan surlar ve burçlar, ön cep­helerindeki kaplama taşlarının alınması ve buraların bir taş ocağı gibi kullanılması ne­deniyle çok zarar görmüşlerdi. Kapının ya­nında 4 m kadar yükseklikte olan surlar do­ğuya doğru uzandıkça yüksekliğini yitirip, az ileride yer düzeyine inmişlerdir. Bu surun cephesi Paleologoslar döneminde onarılmış olmalıdır.

Burada bulunan bir burçtan sonra surlar içeri doğru bir yay çizerek Kır Kapısı batı burcuna ulaşırlar. Bu burcun yalnız kuzey ve batı cepheleri seçilmekte olup, Zorlu Necip’in evinin ek yapıları içinde bu­lunmaktadır. Bu burç ile kapının doğu bur­cunun yapı biçimleri, altta büyük taşlardan oluşmuş birkaç taş sırası, 5 tuğla sıralı hatıl ve küçük taşlardan yapılmış 7 sıradır. Bur­cun iç (doğu) yanıysa, yerden başlayarak büyük taşlarla yapılmış 4 sırayı izleyen 4 küçük taş sırası, 5 tuğla sırasından oluşma hatıl, 7 taş sırası biçimindedir.

Kır Kapısı ile kalenin kuzeydoğu köşesi ara­sındaki bölüm son derece yıkık du­rumdadır. Kapıdan başlayarak ilk 20 m.lik bölümde yalnız yer düzeyinde çok hafif bir iz görülür. Son 30 m.lik bölüm yerden 1 m kadar yükseklikte görünüyorsa da burada surun iç yanları kalmış, bütün kaplama taş­ları alınmıştır. Kuzeydoğu köşesinde bu­lunan burç 1914 yılına kadar yerinde dur­maktaydı, i. Dünya Savaşı sırasında yıkıldı.

DOĞU CEPHESİ:

Bu bölüm, surların en bozulmuş bölümüdür ve kale Bedeni Sokağı’nın batı yanını oluş­turur. İlk bölümde yer yer toprak düzeyinde görünen surlar üzerinde 5 tuğla sıralı ha­tıllar göze çarpar. Surun kuzeydoğu kö­şesinden 1,85 m ileride, surlardan 1.20 m. kadar ileri çıkmış 3.40 m. uzunluğunda bir bölüm, bundan sonra 3,64 m uzun­luğunda, üzeri sonradan doldurulmuş duy­gusu veren surlar ve daha sonra yine sur çizgisinden 1.20 m. kadar öne çıkan 3.46 m. uzunluğunda bir sur bölümü bu­lunmaktadır.

Bunların yapısında 5 tuğla sı­ralı hatıllar kullanılmıştır. Tuğlalar 31 cm. uzunluğunda ve 3 cm. kalınlığındadır. Ha­tılları izleyen taş sıraları 27×43 cm. bü­yüklüğünde taşlardan oluşur. Harç, büyük tuğla kırıntılıdır. Bu biçimi de Orta Bizans dönemi yapılarını hatırlatır. Bu ortadaki 3,64 m uzunluğundaki bölümün tam kar­şısında 3,40 m uzunluğunda ve 2,84 m eninde, kareye yakın biçimde, ufak bir burç olması düşünülen bir duvar kalıntısı vardır. Bunun yapı tekniği, karşısında bulunan bö­lümün aynıdır. Buna göre, sonradan dol­durulmuş gibi görünen 3,64 m ka­lınlığındaki bölümün, burada bulunduğunu bildiğimiz paraporta (kapı meydanı) olması ve karşıda bulunan bölümün de kapıya ko­laylıkla yaklaşmaya engel oluşturan ve buna bir kemerle bağlı olan tesis olmalıdır. Çünkü bu bölüm surların gerisindeki ma­hallenin adı Paraporta Mahallesiydi. Ge­risinde de kilisesi bulunmaktaydı. Bu kilise, şimdiki Kale Parkı’nın olduğu yerdeydi.

Bundan sonra surlar yine toprak düzeyinde göze çarpar. Bu durum, parkın kuzeydoğu köşesine 30 m kalıncaya kadar sürer. Bu­rada 30 m.lik bir bölümde surlar toprak dü­zeyinden 1 m kadar yüksektir ve kalınlıkları ortalama 1,20 m dir. Bu bölümde surların dış kaplamaları tümüyle alınmıştır, ama iç yanları eski biçimini yer yer korumaktadır. Bunlar, dört köşe, orta büyüklükte taşlardan yapılmış ve çoğu kez bu taşlar tuğlalarla çer­çevelenmiş ve yapıda taşlar arasına dikey tuğlalar kullanılmış ve özenli biçimde ya­pılmıştır. Bunlar Komnenoslar, Laskarisler ve Paleologoslar döneminde kullanılan kale du­varı yapı tekniğinin aynıydı. Bu bölüm surlar Paleologoslar döneminde, lohannes Kan­takuzenos yönetimi sırasında yapılmış ol­malıdır.

Paraporta olarak kabul edilen noktayla sur­ların denize hemen 90 derece eğimle indiği noktanın ortasında ve kasabanın bu böl­gedeki en güney yerinin bahçe duvarları üzerinde ve bunun iç yanında kastel (kale) yapısı biçiminde, dikine konmuş tuğlalarla çevrilmiş bir yapı biçimi 40–50 yıl önce gö­rülebiliyordu. Surlar yarların kenarında son buluyordu.

“Collection de Stamoulis” makalesinde sö­zünü ettiği yazıtlarda imparator 3. Mik­hael’in çocukluğu zamanında yapılan ona­rıma ait olan ve 1910 da görülen yazıt, ne yazık ki günümüzde bulunamamıştır.

Orta Kapı kuzeydoğusunda altıgen burcun üzerinde, 8-10 m yükseklikte kabartma bir şerit biçiminde bulunan ve surların The­ophanos ile Theophylakton tarafından 8. yüzyılda 5. Konstantinos zamanında ona­rıldığını belgeleyen yazıtın dört parçası uzun aramalardan sonra bir evin bah­çesinde bulunmuş ve Ayasofya Müzesi’ne görüşülmüştür.

Bundan başka, eskiden Stamoulis’e ait olan evin (A. Kemal Silivrilinin Fatih mahallesindeki evi) bahçe du­varında ters olarak konmuş bir taş üzerinde AIC olarak okunan bir yazıt vardır.

 

Tuğla Damgaları

Seure’nin yukarıda adı geçen makalesinde belirtiklerinin dışında, aşağıdaki damgalar da saptanmıştır. Bunların yalnızca bir tanesi Orta Kapı doğu burcuna aittir. Diğerleri batı surlarının üzerinde bulunuyordu. Bu monogamlar şu şekildedir okunmaktadır:

Alexios, Apokaukos, Parakoimomenos, ktetor (kurucu) Stamoulis ve Mordtmann aynı tipte iki sütun başlığından da söz etmektedirler. Bunların monogramları da şu şekilde çözülmüştür.

Ionnes, Theologos?

Buradaki Theologos çözümü doğru olarak kabul edilemez, çünkü monogramda yer alan “P” (Rho) harfinin çözümde bulunmaması bu hususu desteklemektedir. G. Mendel ve S. Eyirce de bu çözümü yeterli bulmamışlardır. Bu biri çözülemeyen monogramı ihtiva eden sütun başlıkları müzeye nakledilememiş ve kaybolmuştur.

Bunlardan başka G. Seure, Stamoulis koleksiyonunda yer alan üç monogramı da yayınlamıştır. Bu monogramlardan ikisi kolaylıkla çözümlenirken üçüncüsünün ise neyi ifade ettiği anlaşılamamıştır.

Bu monogramlar da şu şekildedir:

          Alexios     Dukas= ?

Bu monogramları ihtiva eden başlıklar da müzeye nakledilemeyerek kaybolmuşlardır. Ancak, bunlar Fatih camii harabelerinde değil, Ortodoks Başpiskoposluğu binasında bulunmuşlardı.