Türklere dair ilk kayıtlar Çin kaynaklarında mevcuttur. Çin kaynaklarında Türklerin isimleri Hiyognu Turku şeklinde geçer. 900 yıl önceki Türkçe yazmalarda yoğurdun yer aldığı görülmüştür.
Onbirinci yüzyıldan kalma Kutatgu Bilik’te Balasagunlu Yusuf Hashacip şöyle diyor: “Bundan sonra hayvan yetiştirenler gelir bunlar doğru insanlardır. Gizli kapaklı hiçbir şeyleri yoktur ve kimseye yük olmazlar, yiyecek giyecek ve ordunun yük hayvanlarını yetiştirirler, kımız, süt yahut yün veya yoğurt ve peynir ve evin rahatını temin eden yaygı veya keçeyi bunlar temin eder. Bu zümreye dahil kişiler çok faydalı kimselerdir. Ey yavrum bunlarla da iyi münasebette bulunmalısın”.
Yine 800 yıl öncesinden günümüze kalmış bir kitap Kaşgarlı Mahmud’un Divanı Lügati Türk’ü. Büyük bir şans eseri bu kitabın tek asıl kopyası İstanbul’da Millet kütüphanesinde bulunuyor. O yıllarda Türkler İslamiyet yeni kabul etmişlerdir. Anadolu’ya, Balkanlar’a göçler sürüyordu, Kaşgarlı Mahmud’un lügat şeklinde yazılan bu kitabında Yoğurt kelimesine defalarca rastlıyoruz. Yoğurt utıştı yani pıhtılaştı, yoğurt süt geldi yani yoğurdu süt gibi yaptı, yoğurdu duruldukta süt gibi yaptı, suluk yoğurt sulu yoğurt manasındadır. O sirkeni yoğurda kattı yani sirkeyi yoğurda kattı, herhangi bir nesne başka bir nesneyle karıştırılırsa yine böyle denir.
15. yüzyılda yazıya dökülen fakat ondan yıllar önce de sözlü olarak dilden dile yayılan Oğuz destanlarından Dede Korkut hikayelerinin geleneksel girizgahında da yoğurttan bahsedilir. Yoğurdun kurutulmuş şekline Türkistan’da KURUT denir. Bugün kuruta en yakın şey, Kımız, yağ oranı yüksek şeker oranı düşük kısrak sütünden yapılır. Kımızın mayası alkol içerir ve mayası yoğurttan farklıdır. Yoğurdun Avrupa’ya ilk girişi 16. yüzyıla rastlar.
I. Fransuva bir barsak hastalığına yakalanmıştır, son çare olarak bir doğulu doktorun tavsiyesi üzerine yoğurt kürü yaptırıldı, bu yoğurdun mayası Osmanlı ülkesinden getirilmiştir. Bu kürün kralı sağlığına kavuşturması neticesinde kral ilaç olarak kullanmaya ve eczanelerde ilaç olarak satılmaya başlandı. Gerçekten de yoğurdun antibiyotik özelliği vardır. Sütte son derece rahat yaşayan bakterilerin yoğurtta kırıldığını görmüş, verem ve şarbon hariç yirmiye yakın bakterinin yoğurtta öldüğü tesbit edilmiştir. Sütü yoğurda dönüştüren mekanizmanın ne olduğu yoğurdun mikroskobik araştırılması yapılıncaya kadar anlaşılmamıştır. Bu değişim ilya İliç Meçnikof adlı Rus bilgini tarafından Paris’te Pastör Enstitüsü’nde yapılanı en ilgi çekeni olmuştur. Meçnikof’un 5 yılını verdiği bu araştırma 1908 yılında Nobel Tıp ödülünü kazandırmıştır. Meçnikof yoğurdun oluşumunda asıl olan iki bakteriyi bulmuş ve tanımlamıştır. Bunlar sularda 40-45 C derecede aktif olan yani sıcakta yaşayan termofil bakterilerdir. Birisi çubuk şeklindedir ve zincirler oluşturarak diğeri ise yuvarlak hücrelerden ibaret koloniler halinde ürerler.
Yoğurdun isim babası ve dünyada yayılmasına neden olan Türkler, mikroskop çalışmaları olmadığı için yoğurtlaşmaya neden olan mikroorganizmaların isim babalığını yapamadılar. Bu tek hücreli organizmaların 1 mm’nin binde biri kadar canlılar olduğu ve bir kahve kaşığı yoğurtta milyonlarca bulunduğu görülür.
YOĞURT ÖMRÜ UZATIYOR MU?
Meçnikof’un araştırmaları sırasında, yoğurdun bol yendiği Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya da 100 yaşını geçmiş insanların çokluğu Avrupalılarca yoğurda bağlanmıştır.
İnsan vücudunun asıl ömrüne yani otobiosa ulaşması için (Normal insan ömrü 120 senedir) süt asidi ürünleriyle beslenmesi, az et yenmesi ve yiyeceklerin temiz olması gerek. Böylece vücudun doğal ömründen önce ihtiyarlamasına neden olan toksik maddelerin hücrelerde birikmesini önlemiş oluruz. Meçnikof yoğurdun barsak florasını değiştirdiğini böylece bu toksik maddeleri üreten bakterilerin faaliyetlerini engellediğini savunmuştur. Bütün bu teoriler bugünkü bilgilerimizle doğrulanmıştır.
Yoğurdun etkisi Meçnikof’un zannettiğinden daha az süreçsiz olduğu, ancak devamlı yoğurt kullanımlarında bu etkinin devam ettiği görülmektedir. Yoğurdun ömrü uzattığı söylenirse de ancak tek başına ömrü uzatma özelliğine sahip değildir. Tüm sağlık koşullarına uygun olarak yaşanırsa yoğurt o zaman ömrü uzatma konusunda etkin olabilir.
Öte yandan yoğurdun kanda kolesterin seviyesini düşürdüğü söylenirse de ancak burada da kolesterinin düşük olabilmesi için tüm gıda rejimine dikkat edilmesi lüzumludur. Aksi taktirde kolesterini yüksek yiyecekleri bol miktarda yiyip üzerine bir miktar yoğurt yemenin bir manası yoktur, bu durum da elbet kandaki kolesterin seviyesi yüksek olur, yenilen yoğurt istenilen faydayı sağlayamaz. Bundan da anlaşılıyor ki yoğurt sağlığı koruyan bir yardımcı maddedir.
Meçnikof da uzun yıllar yaşamak istediği için bol yoğurt yerdi, ancak iddiasını ispat edecek kadar yaşayamadı, 71 yaşında öldü. O devirlerde Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya da yaşayan fakir insanlardı, en fazla buldukları besin ise yoğurtla ekmekti. Protein ve karbonhidrat bakımından zengin besinleri bulamıyorlardı, hava da temiz ve yaşamaya elverişli idi, işte bu sebepten yani az yiyecek buldukları için az yiyor ve çok yaşıyorlardı.
YOĞURDUN AVRUPA VE AMERİKA’YA YAYILMASI
Meçnikof’un araştırmalarından sonra yoğurt Avrupa’da biraz daha ün kazandı ve yayıldı, eczanelerin dışına taşmaya başladı.
Amerika kıtasına göceden Avrupalılar, bilhassa Balkanlardan giden göçmenler, yoğurt mayalarını paketleyerek en değerli eşyalarıyla beraber yanlarında götürdüler. Böylece yoğurt Kuzey Amerika kıtasına da sıçramış oldu. Fakat bu kıtada yayılması ve tanınması 1940’ları buldu. Amerikalılar tadını sevmediği bu yiyeceği önce yadırgadılar. Amerikalıların tatlıya meyilli lezzet anlayışı yoğurdu zamanla meyve ve tatlı olarak yapmalarına sebep olmuş ve başarı da kazanmışlardır.
Yoğurt, bugün ABD’de geçen o yıllardaki aşırı şeker yeme alışkanlıklarını gidermek ve sağlıklı beslenmeye, az şeker, az et tüketen rejimlere bir kaynak olmuştur. Yoğurt bu gelişmeler sonucu daha değer kazanmış ve asıl yerini bulmuştur.