1611’de İstanbul’da doğan Evliya Çelebi, 17. yüzyıl seyahatname yazarlarındandır ve bu türün en büyük ve benzersiz örneğini vermiştir. Elli yıllık bir imparatorluk ge­zisinin, zaman zaman sınır dışlarına taşan olanaklarından yararlanan Evliya Çelebi, gördüğü yerleri en ince ayrıntısına kadar yazmaya çalışmıştır. Verdiği bilgilerin ki­mileri abartılmış, kimileri de varsayımdan ileri gitmemişse de bize tarih, yaşam öy­küsü, toplum bilim, folklor gibi konularda yine de değerli bilgiler bırakmıştır. “Se­yahatname”sinde çoğu zaman “rivayete göre” diye başladığı yerler gerçekten biraz uzak kalmaktadır. Silivri üzerine yaz­dıklarını da hoş görmek yerinde olacaktır.

Silivri Kalesi: Burasını Medyan oğlu Yanko’nun oğlu ‘Silivri’ yaptırdığından, onun adıyla ve Yunan dili ile söylenir. (Çe­lebi’nin ‘Medyan oğlu Yanko’ olarak ver­diği ad, İ.Ö. 492’de bölgeyi istila eden Pers­Ii komutan Mardonius’u çağrıştırıyor.

Ancak onun ya da oğlu ‘Silivri’nin kenti kurmuş olduğu savının pek tutar yanı yok.) Güzel bir kaledir. Kale deniz ke­narında olup, Edirne fatihi Murat Han Edir­ne’den sonra baskında burayı fethetmiştir.

Sonra Kosova sahrasında Murat Han, düş­manı yenilgiye uğratıp leşlerini ibretle sey­rederken, Miloş Kublaki (doğrusu M. Kab­loviç) adında biri sıçrayarak namı, gaziyi şehit etmiştir.

Sonra da bu melunu has gıl­manlar parça parça ettiler. Bundan sonra düşmanın kararı kalmadı. Taraf taraf fırsat bulup, Müslümanların elinde bulunan ka­leleri ele geçirmeye başladılar.

Silivri’yi de kuşatarak ellerine geçirdiler. Yıldırım Ba­yazid Han İstanbul’un yarısını barış ile alıp, Cebe Ali (Cibali) kapısı, Aya kapısı ve Petre kapısı semtlerine kadar yerler Müs­lümanların ellerinde idi. Gül Camii iba­dethanemiz ve Sirkeci Tekkesi mah­kememiz olduğu sene bu Silivri Kalesi de şehzade merhum Alemşah’ın gayreti ile tek­rar zapt edilmiştir. Sonra Yıldırım Bayezid hazretleri Bizans’ın hilesine uğradı. Bunun üzerine İstanbul Tekfuru bütün Müs­lümanları Bursa ve Edirne’ye sürdü. O zaman Silivri de boşaltılmış oldu. Ahali karşı Anadolu tarafına geçtiler. Bu esnada Rumlar Silivri’yi ellerine geçirip, kaleyi sağ­lam şekilde imar ettiler.

Sonra fetih babası Mehmet Han, Mahmut Paşa vasıtasıyla Si­livri Kalesi’ni fethettirmiştir. Silivri, Eyüp ka­zasına bağlı yüzelli akçelik kazadır. Subaşı, Kethüda yeri, Yeniçeri Serdarı ve Muhtesibi vardır. Müftü ve Naibi yok, ayan ve eşrafı çoktur.

 

“Silivri Kalesi’nin yapısı:

Marmara sahilinde, İstanbul toprağında, yalçın bir tepe üzerinde dörtköşe olarak ya­pılmış güzel bir kaledir. Kırkyedi kulesi, ku­zeye açılan bir kapısı vardır. Çevresinin uzunluğu 2500 adımdır. Kale içinde 500 adet üstü kiremit ile örtülü ev olup, 12.000 nüfusu vardır. Kale’deki Hünkâr Camisi kiliseden çev­rilmedir. Han, hamam, bağ, bahçe falan yoktur. Saraylardan Haydar Ağa Sarayı, de­nize bakan güzel bir saraydır.

“Silivri’nin varoşu:

Deniz kenarında, onyedi mahalleli, 1600 bağlı, bahçeli haneli güzel bir şehir olup, İstanbul’un bir mahallesi demektir.

Yenvan Tarihi’nde anlatıldığına göre Silivri, İstanbul Kalesi’nin bir köşesi olup, hala İstanbul’dan buraya gelinceye kadar, kale duvarlarının kalıntılara görülmektedir. Eski İstanbul su­runun bir köşesi de Karadeniz sahilinde Ter­kos Kalesi imiş.

Silivri ile Terkos Kalesi arası onbir saat olup, Silivri Kalesi’ne gelinceye kadar yedi kat kale duvarı, yedi kat hendek hisarı, hala binlerce yerde burçları gö­rülmektedir. (Burada Evliya Çelebi, niteliğini bilemediği Anastasios’un Uzun Suru’ndan söz ediyor.)

Diğer bir köşesi de ka­radeniz Boğazı’nın Rumeli sahilinde Yoros Kalesi imiş. Oradan Tarabya, Yeniköy, Ru­meli Hisarı, Ortaköy ve Beşiktaş’tan geçerek, Tophane’deki Kurşunlu Mahsen Burnu’na gelinceye dek kale duvarı imiş.

Meyyit is­kelesi’nden Kasımpaşa, Hasköy, Südlice, Eyüb’e varıncaya kadar olan yerler körfez içi olup, Sarayburnu ile Kurşunlu Mahsen Burnu ve Kızkulesi’nde büyük toplar varmış. Hiçbir tarafta korku ve endişe olmadığından da buralarda kale duvarı yokmuş. Ye­dikule’den deniz kenarı ile yine Silivri’ye ge­linceye kadar kale duvarları varmış.

Bu hesap üzere, şimdiki İstanbul Kalesi iç kale gibi imiş. Sonra Rumeli’den düşmanlar hücum ederek bu surları yerle bir et­mişlerdir. Esas konumuza gelelim:

“Silivri’de onsekiz mihrab ibadet yeri var­dır. Kara Piri Paşa Camisi: Bir minareli olup, büyük avlusu vardır. İsmi Ulu Cami’dir. Yaptıran, Birinci Selim Han’ın ve­zirlerinden ve Hazreti Ebu Bekir’in so­yundandır. Cemaati çok olur. Dış av­lusunun mihrap sofası üzerindeki balgamı sütunlar hiçbir yerde yoktur. İmareti, med­resesi, darüttalim ve çocuk mektebi olup, bütün bu çeşit binalar renkli kurşun ile ör­tülüdür. Bunun dışındaki camiler hakkında bilgim yok. Küçük ve büyük onaltı adet dü­zenli hanı vardır ki, hepsi kırmızı kiremit ile örtülüdür. Bunlardan Kassam Çelebi Hanı’nın çarşısı vardır.

İşlek yerde olduğundan, en kazançlı esnafı nalbanttırlar. Kassam Çelebi de Kara Piri Paşa soyundandır. İki adet hamamı vardır. Biri Piri Paşa’nın olup, havası ve suyu gayet hoştur. Burada Hünkâr bahçesi olup, bostancıları ve bahçıvanı vardır. Şehrin güzel binaları hep sahilde olup, pencereleri kıbleye bakar. Kat kat şahnişinli mükemmel sa­rayları vardır. Şehrin doğu tarafı bağlık olup, kalenin dibinde yeldeğirmenleri ve şehrin batısında, Çorlu yolu üzerinde Sü­leyman Han’ın otuzüç gözlü uzun bir köp­rüsü vardır.

Gerçi alçakça bir köprü olup, kemerleri eskicedir. Fakat tam yerinde yap­tırılmıştır. Bu köprübaşında, şehir tarafında Sadi Baba ziyaret yeri bulunur. (Doğrusu “Kısa Köprü’nün başında” olmalı. Burada gömülü olan kişiye Silivrililer ‘Sait Baba’ derler. 1960’ta ihtilal Kaymakamı, mezarı buradan şehir mezarlığına naklettirmiştir.) Bektaşi tekkesi içinde metfun olup, kendileri de Bektaşi fukaralarındandır.

Vezir Haydar Ağazade bu tekke içinde, Sadi Baba yanında yatar. Osmanoğullarının önemli mevkilerinden ye­niçeri ağalığı, Bağdat ve Mısır kaptanlığı ve kaymakamlık görevlerinde bulunmuştur.

En son kendisine Silistre eyaleti ihsan olunmuş ve oraya giderken Boynu Eğri Mehmet Paşa onu bu Silivri’de öldürterek kellesini dev­lete göndermiştir. Ölüsü de buraya gö­mülmüştür”.