Levant Kumpanyası’nın maiyet rahibi olan Jean Covel, 1669–1677 yılları arasında İstanbul’dan Edirne’ye doğru bazı geziler yapmıştır. Bu gezi notları bir el yazması kitap olarak Londra’da bulunmaktadır. (Cambridge Union Library UM 6, sayfa 5053) Burada yayınladığımız bölüm, Covel’in 1675’te yaptığı Edirne yolculuğundan Silivri’ye ait bölümdür. Yazının başında şu not bulunmaktadır: “Türkler mesafeleri saatlerle belirlemektedirler, bir saat aşağı yukarı üç mil mesafenin karşılığıdır.”
J. Covel’in seyahati 2 Mayıs 1675’te Edirnekapı’dan başlamış, ilk etapta Küçükçekmece’ye (Ontipikoli, Athira) kadar gelmiştir. İkinci etabı Silivri’dir:
Silivri, bizi meşgul eden pek çok yönlere sahip bir merkezdir. Eski şehir çok sarp ve dik bir kayanın üzerine kurulmuştur. Surlar, bugüne kadar sağlam durumdaydılar ve bunlara pek dokunulmamıştır. Planları aşağıda gösterildiği gibi: B bölümü dik bir yamaç olup batıya bakar, A bölümü deniz tarafı olup İstanbul yönüne bakmaktadır. (Bu bölümde sur yoktur, burası 56 m yüksekliğinde bir yardır) Surların içinde 14 tane Rum kilisesi bulunmaktadır. Bu kiliselerin aralarında büyükleri de bulunmakla birlikte, çokcası küçük kiliseler yani şapellerdir. Türkler burada surun dışında büyük bir şehir kurmuşlardır. Bu şehir kuzey, kuzeybatı suruna kadar varmaktadır. Burada çeşitli büyüklükte camiler de vardır, bunların en görkemlisi Piri Paşa Camisi’dir. Bu camilerden biri de kiliseden çevrilme (Fatih Camisi) olup, bunun içindeki tüm Hıristiyan sembolleri ve freskler, islami anlayışa göre yasak olduğundan, kapanmıştır. Onların en büyük camilerini ziyaret ettim, büyük bir titizlikle aramama rağmen, Bizans sanatından hiçbir ize rastlamadım.
Şehrin alt kısmında yalnız Türkler yaşamakta, bunların arasında bazı Hıristiyan ve Musevilerin bulunması da olasıdır. Rumlar, çoğunlukla aralarında Museviler de bulunduğu halde Kale’de yaşıyorlardı, ancak Kale içinde, surların dışına çıkmamış birkaç aile Türk de yaşıyordu. Kale’nin İstanbul’a bakan bölümünün dışında yapılaşma yoktu, burada bir düzlük, bir tarla vardı.
Bu düzlüğün hemen yanında ve batısında tepe yükselmekte ve bunun üzerinde de kale vardı. Bu cephedeki duvar üzerinde iki yuvarlak ve üç tane de dört köşe kule (kale burcu) bulunmaktaydı. Bu kulelerin büyük bir bölümü, aralarında taş bulunan tuğlalarla örülmüştü. Duvarın düşmek üzere olan bazı taşları, harcın güçlü olması nedeniyle hala duvara tutunabilmekteydiler. Bu harç öyle bir teknikle yapılmıştı ki kısmen taştan bile sert diyebilirim. Bu harçta tuğla, kiremit ve denizden alınan malzemeler iyice ezilerek kullanılmıştır. (Bu harca Bizans harcı denilir) Burada duvara küçük bir kapı açılmış ve üzerinde şu yazıt vardı: ‘Kirye Voisi tosoduro Serpo Vasili Spatari’ı anlamı: Tanrım, kulun Serpo Vasili Spatari’ye yardım et’dir. Yazıtın ortasında bir haç bulunuyordu. (‘spatarilı Serpos Vasilies adlı kişinin unvanıdır. ‘Kılıç’ yani ‘kılıçlı asker’ anlamına gelir. Bir askeri rütbe olmalı)
Köşede bulunan kulenin bir bölümü yıkılmıştı. Bunun üzerinde temiz, kabartma bir yazıyla oluşturulmuş şu yazıtı buldum: ‘Kirye Voisi Seokdisto Patrikio’, yani ‘Tanrım Patrik Seokdistos’a yardım et’. Bu Patrik, Kostantinos olmalı, kendisi büyük bir şahsiyettir ve Mikhail’in adamıdır. Ana yolda bu mermer yazıta ait olduğunu sandığım bir mermer parçası daha buldum, bu parçayı kazıdım, yalnız “Dromos” sözcüğünü okuyabildim (‘dromos’un anlamı ‘yer’dir) (Kulenin) diğer tarafında iki tane tonozlu geniş kapı vardı. Bu ilk girişin kemerinin üzerinde, bir çizgi üzerinde, kısmen yazıları harap şu yazıta rastladım: ‘Ananeefi isiostosos Olsefini Mihail, Kefodoras, Kiferkis’ yani ‘Tanrı’nın kurtardığı bu şehir Mikhael, Teodora ve Tekla tarafından tamir edilmiştir, Tanrı bu kişileri krallık yapma lütfüne eriştirsin’ anlamına gelmektedir. Bu da bize şunu gösteriyor ki, bu surlar imparator 3. Mikhail ve annesi Teodora tarafından İ.S. 840 yılında tamir ettirilmiş. Yalnız bu adı geçen Tekla kim? Bilemiyorum, onu siz Rumlar daha iyi bilirsiniz, kitaplarınızda da okuyabilirsiniz.
İkinci kapının üzerinde büyük bir kule var. Girişte sağda çok yüksekte bir yazıt daha vardı, ancak neden o kadar yükseğe konmuş bilemiyorum. Herhalde okunamaması için olsa gerek. Benim çıkarabildiğim kadarıyla bu kulenin bir kemeri üzerinde yazılıydı, ancak okunması çok zor. Bu yazıları okumak için o yüksekliğe çıktığımda az kalsın düşüp boynumu kırıyordum. Bu yazıtta yine imparatorun adı geçiyor.
Bu bölümde surun içinde ve dışında bazı yapılar görünüyor, biraz güneye doğru inilince bir dikdörtgen biçimindeki kulenin izlerine rastlıyoruz. Bu kule izinin köşesinde diğer bir kulenin temel izleri görülüyor, bu kule temellerine kadar denize doğru yıkılmış ve taşları çevreye saçılmış durumdadır.
O noktadan başlayarak surun batı bölümünde sur kalıntılarına rastlanmakta ve bunların temellerinin var olduğu görülmektedir. Varolan bu bölümler de yıkılmak üzeredir, yalnızca harcın gücü nedeniyle sur taşları ayakta durmaktadır. Bundan sonra surun batı duvarında tek parça bir surun devam ettiği görülüyor, ancak duvarın altındaki kayalığın eriyip kayması sonucu, bu sur da denize doğru yıkılmaya başlamıştır. Üzerine surların inşa edildiği bu kayalar bugün kayalık niteliğini yitirmiştir. Bunlar kırmızımsı, yumuşak kumtaşlarından oluşmakta; yağmurlar bunların üzerinde yol yol çizgiler yapmıştır. Denizin, yağmurun ve özellikle sert güneybatı rüzgârlarının etkisiyle bu taşlar aşınıp erimiş ve üzerindeki sur duvarlarının yıkılmasına yol açmıştır. Bu koşullarda surların geriye kalan bölümlerinin pek dayanacağına inanmamaktayım.
Burada Rumların bir zamanlar sur içinde 22 kilisesi vardı. Bana söylediklerine göre bunlar yalnız 14 tane kalmış ve bunların da durumu çok acıklıymış. Bunların çoğu küçük ve duvarları delik, bakımsız halde; bir normal koridor bu kiliselerden iki tanesi eder.
“Burada Metropolit’i ziyarete gittim. Kendisi çok genç ve 25 yaşın üzerinde olmadığını iddia edebilirim. Bana bu bölgeye has adetlere uygun olarak çok nazikçe davrandı, kahve, şerbet ve gül reçeli ikram etti. Ayrıca içmem için içebileceğim kadar temiz su verdi. Çok güzel bir evi vardı, bu ev Metropolitlik Kilisesi’nin hemen yanındaydı. Bu Metropolitlik Kilisesi Meryem ana’ya adanmıştı; mermer sütunlarla süslü olan bu kilise, bölgenin en güzel kilisesiydi. Ayrıca kutsal eşyaların muhafaza edildiği özel bir yeri vardı.
En eski kilise Aya Yorgi’ye adanmış, zemini siyah beyaz mermerlerle kaplıydı. Bu kilise yıkılmamış, yekparedir. Sizi temin ederim ki İngiltere’deki Kiliseye çok benzemekte olup, kubbenin arkasındaki kutsal bema bölümünün üzerindeki panoda çok güzel bir mozaik süsleme vardı. Burada CCWY harflerini okuyabildim ve bu yazıtın okunabilen yerleri Agierna Krepita imeron V.S.”dir. “Agierna” kutsal su demektir. Tamamının anlamı: ‘uzun ömürler veren kutsal su’dur. Burada bize bir rahip yardım etti. Bunun bir dua yazıtı olduğunu sanıyorum. Kiliseden çıktığımızda, sağ kolda, dışarıda 1,5 ayak boyundaki bir taş üzerinde dört tane figür işlenmiş: Bir yaşlı adam, bir genç, onun sol eli göğsü üzerinde, diğer eli aşağı ve arkada. Karşısında bir kadın ve bir kız çocuğu vardı. Üzerinde ‘ionios Provos’ ile ‘Z i’ harfleri bulunuyordu. Bunun bir anıta ait olduğunu sanıyorum. (Bu bir mezar steliltaşıdır.) ‘Z i’ harflerine burada çok rastladık. ‘Z i’ ‘yaşıyor’ demektir; sanıyorum bu bölgeye has bir kelime olup, burada ölümsüzlüğe inanıldığı için hep bu ‘Z İ’ye rastlanıyor. (Bu harfler ‘Z İ’ değil, ‘S İ’dir. ‘Z’ dediği ‘sigma’ harfi olup ‘S) okunur, bu da Silivri’nin simgesidir.)
Meryemana’nın diğer kilisesinde (Metropolitlik Kilisesi) bir azizenin kemiklerine rastlıyoruz (eksiakseni, relik), ayrıca Meryemana’nın eski bir ikonası da burada. Anlattıklarına göre büyük bir gemi burada batmış, bu gemide bulunan bir azizenin, Azize ikseni’nin bedeni Silivri kıyısına vurmuş. Onunla birlikte sözü edilen ikona da varmış, çünkü bu ikona bir demir zincirle
Azize ikseni’nin bedenine bağlıymış. Buranın sakinleri, bu kadının kim olduğunu, nereden geldiğini bilmeksizin, bu ikonaya dayanarak bu kadını bir azize olarak kabul etmişler ve onun bedeniyle ikonayı bir ibadet aracı olarak halka açıp ibadet etmişler. (Bu ikonanın adı “Silivriani Panagia”, yani “Silivri Meryemi” idi) Bu azizeye ibadet için 24 Ocak günü tayin edildi, dini takvimde bu azizenin yortusu 24 Ocak’ta yer almaktadır. Bu olayla ilgili bir başka hikâye daha vardır.
Bu manastır çok güzeldi ve burada ihtiyar bir rahip bulunmaktaydı.
Surların kuzeydoğu köşesinde altı tane yel değirmeni vardı.”