Maddi durumu iyi olan bir ailenin çocuğu olan Dernschwam, 1507 yılının kış aylarında daha 13 yaşında iken Viyana üniversitesinde öğrenim görmekteydi. Burada felsefe fakültesinin eğitim programlarına devam eden Dernschwam, Roma ve Yunan klasiklerine, tarihe ve coğrafyaya yakın ilgi duymuştur. Hayatı boyunca dönemin önemli kişilerinin yanında ve şirketlerde muhasip olarak çalışmıştır. 1553’te 60 yaşına yaklaşmış olan Dernschwam’da, neredeyse hiç istemediği halde Osmanlı Devleti’nin tebaşı olma tehdidi karşısında ve ikinci vatanı olan Yukarı Macaristan’a sadık kalmak arzusu ile Osmanlı Devleti’nin başşehrini bizzat görme arzusu uyandı. Aynı yılın ilkbaharında Pecs Piskoposu Anton Vrancie (Verrantlus, Verancics) Macaristan’ın en nüfuslu prenslerinden başkomutan Franz Zay (1498-1570) ile birlikte Muhteşem Süleyman’ın payitahtına yolculuk hazırlıkları yapıyorlardı. Görevleri Kral 1. Ferdinand’ın murahhasları olarak yıllık vergiyi ödemek ve müzakerelerde bulunmaktı. Maiyetlerinde birçok resmi görevlilerle elçilik heyeti Viyana’dan 22 Haziran 1553’te hareket ettiğinde aralarında bir de üç atıyla, arabacısıyla ve ağzına kadar dolu para kesesiyle kendi hesabına seyahat eden özel bir yolcu, Hans Dernschwam vardı.

1494–1568 arasında yaşamış bir Alman gezgini olan Dernschwam, 1553’te İstanbul’a gelmiştir. “İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü”nde, İstanbul’a gelirken ve 1555’te ülkesine dönerken geçtiği Si­livri’den iki yerde söz eder:

…23 Ağustos’ta adı geçen kasabadan ayrılıp 5 millik yolu 8 saatte aldıktan sonra gece konak ye­rimiz olacak Selimbria’ya (Silivri) geldik.

Yolda uzaklarda Romalılardan kalma hö­yükler görülüyordu. Gene bir köyden geç­tik. Köyün çıkışında atlarımızı suladık. Bir müddet ilerledikten sonra bir tarla ke­narındaki kuyuda atlarımıza bir kere daha su verdik. Burada bir bataklıkta birçok kap­lumbağa vardı. Daha sonra sağ tarafta de­nizi gördük. Bu denize Ege Denizi veya Ak­deniz diyorlar. (Marmara’dan söz ediyor.) Deniz kıyısını takip ederek Silivri’ye doğru ilerledik. Şehrin varoşunda çitler ara­sında, açıkta koyunlar gibi, bir tarlada ko­nakladık. Şehir karşımızda bir tepeye doğru dar ve uzun bir hat üzerinde kurulmuş. Alt tarafta sağda deniz uzanıyor. Şehrin et­rafındaki tuğladan yapılmış surda birçok mazgal ve yine tuğladan yapılmış kuleler var. Sur, bazen içeriye, bazen de dışarıya doğru, girintili çıkıntılı bir halde şehri ku­şatıyor. Etrafında hendek olup olmadığını göremedik. Çok eski bir sura benziyor. Uzaktan ancak 3 cami sayabildik.

4 Temmuz’da Çekmece’ den hareketle saat 12 sularında eski ve harap bir şehir olan Se­limbria’ya geldik. Şehrin etrafında iki büyük sur ve birçok kule var. Surlar ve kuleler çok yıpranmış. Şehir deniz kenarında, kısmen de bir tepe üzerinde kurulmuş. Şehre gir­meyip dışarıda bir yerde kaldık. Zaten bu­rası şimdi şehir değil, ancak bir köy. Birkaç kervansaray ve cami kalmış. Yiyecek fazla bir şeyler de bulamadık. Yalnız şehrin yu­karı mahallelerinde oturan Rumlardan şarap bulundu. Üç Viyana ölçeğini bir ak­çeye aldık. Ekmek de iyi idi. Şehrin adı Se­limbria’dır.

Yol boyunca seyahat edenler için birçok çeşme yapılmış. Deve ile gidip gelen in­sanlarla karşılaşıyoruz. Bu develer tar­lalarda ve anızlarda yayılarak karınlarını doyuruyorlar.

Buralarda arazi çok güzel, fakat eskiden olduğu gibi mamur değil. Üzüm bağları ve bahçeler kurumuş, bakımsız halde. Ak­şamleyin bir tepe üzerinde bulunan Si­livri’ye gittim.

Etrafında bir sur var ve bir­çok kilise görülüyor. Fakat bu binalar ya haraptı yahut da zamanın etkisiyle harap olmuşlar. Şehirde doğru dürüst bir eve rastlanmıyor. Hemen hepsi de taştan yapılmış, alçak kulübelerden ibaret, küçük, dar so­kaklarda insan kendisini kaybediyor. Te­peden denize doğru uzanan şehir, eskiden çok güzel bir yermiş. Şehrin yukarı ma­hallelerinde Rumlar oturuyor.

Türklere ait de bol bol cami var. Aynı gün yanıma genç bir Macar geldi. Efendisi ile İran harbine katılmış. Bana Türklerin Viyana’ya sefere çıkacaklarını kesin olarak söyledi. Bu son­radan görme kır saçlı türedinin dört karısı varmış. Dördü de kendi odasında ya­tarlarmış, o her gün kadınlardan biriyle kalırmış.

Silivri’ye giderken yolda birçok yel değirmeni, kervansaray gördüm.”